22 Aralık 2009 Salı

İki Mezartaşı

İki Mezartaşı, Kitap-lık, Aralık 2009, sayı 133

1. Öldürülmüş Oğula Mektup

Hüdavendigar Camii önünde, II. Murad’ın ayakları dibine gömülü babam bacacı Ali kendine bir hayat ağacı edinemeden Çanakkale’de şehit düşmeyeydi, yeşil Bursa’nın ipek imalathanelerinde geceleye çalışa yada göçüp bir başka koca şehir İstanbul’a, ya bacacı olacaktı bir fabrikaya ya da sokak sokak arşınlayacaktı mahalleleri, başka babaların ağızlarında çocukluğumda duyduğum gibi: “laaağımcııı... laamcıı...”.
Ne şehre göçtü babam ne fabrikalarda terledi, ne de sebze meyve sattı sokaklarda, semt pazarlarında –“kaynanamı kesiyolaaar, demeti 25 kuruşa”: yeşil soğan
“Baba, sen bu lafları edemezsin” diyor oğlum bana. Doğru. Ama ben çocuklarımdan da öğreniyorum atalarımdan öğrendiğim kadar. Sen daha geçende demedin mi: “İçimdeki gök inadı bana çocuk sahibi olmayı hak görmedi baba.”
Kundura boyacısı Hasan’la isim isime yatıyorlar-
Hayatım olmadı benim. Sen de inatla tutunmaya çalıştın hecelere, kağıtlara, kağıttan hecelere
Rahmetli anan pek sevdiydi şehri. “Çapa yok, su taşıma yok, ineği sağdı orağı biçti yok”. Ben de... Sen bi türlü razı olmadın şehre –çalışmaya.
“Sermayenin kölesi olmam baba” dedin, atalar lafı gibi bellediğin o koca kitaptan. Başka da bişey demedin.
Çalışmayanı ne kul sever ne de Allah dedim, kulak asmadın. “Hayatın şiiri ölmüş baba” dedin, kitap sırtı dişlerinle ısırdın, ısırdın da, Kuran’a hiç göz sürmedin, kaçtın.
Oğlum.
Evladım.
Yavrum benim.
Bazı satırları aldımsa, senin yazdıklarından aldım. Sözünü benim belledim. Sen yaşayasın için hayat mektebini hatmettim.
Oğlum! Memed’im! Geçen güzün Bursa’ya vardım. Babamın ruhuna iki kulhuvalla bi elham, iki rekat namaz kıldım senin için de. Yüceler yücesi Rabbim, yaşarken diri diri ölümü tattım. Ben ne ettim? Oğlum. Yavrum. Memed’imm.
Sen gittin gideli, bi kere daha hayatım olmadı benim Memed’im. Allah hepsiciğinin canını alsın, fabrikasının da, patronlarının da.
O Haziran sıcağında bi daha öleyazdım.

*Proleter Nail, yazmışsın o çay kokulu, sigara yanıklı kağıtlara

Benim en hakiki babam,
Ne insandı ne de hayvan.
Şuncacık pay almadı,
Hakkına düşen hayattan.

Makinecilikten malülen emekli,
helal lokma ehli proleter babam
melek oldu, daha yaşarken.

Patronuna sorarsanız
“Aptalın teki.” –demezdi

“Naa-il, Naa-il” sesleri ve el çırpışlar arasında, sigaradan sararmış mahçup dişleri arasından “yapmayın çocuklar” fısıldadığı gece ilk büyük anısı oldu sendika temsilcisi seçilişi.
İki yıl menfez kazıp dört yıl tomruk çektiği orman kasabası Demirköy’de, “sigara da olmayınca benziyorum aha şu semer yüklü kara eşşeğe” diye diye bırakmış cigarayı, da “okusun adam olsun” için İstanbul Üniversitesi felsefe bölümündeki oğlu ben

Memed’im.
Emeğim sağdıç emeğine döndü Memed’im.

Emeğimi elime verdiler Muhammed’im.


2. Feriköy Mezarlığı

İnsan nereye gömülmüşse orda yaşar. Bu şehirde mezarlarımız yok bizim, mezarlarımıız.
Feriköy Mezarlığı’na gömdük babamı. Bu yüzdendir severim.
Annem ne kadar “etme bey, beni anamdan ayrı koma” dediyse de, “hanım hanım, sen de gün yüzü görmedin ne orda ne burda, ben de. Hiç olmadık bi mezarında yaşayalım şu İstanbul’un yahu”.
“Onca para verilir mi iki karış toprağa?”
“İki satır da bizim dikili hecemiz olsun be!”

Kadir Bartık
1931-1969
Kastamonu’dan çıktım başı selamet
Sanayinin altında koptu kıyamet
Üç yavrum ve ailem Allah’a emanet

Ruhuna Fatiha

Babamı gömdüğümüz gün (,) İstanbullu oldum ben. Fabrika işçiliğini bırakıp muhasebe bürosunda çalışmaya başladığımda değil.

Hiç yorum yok: