Bir Yazı Provası:
Dilsiz Türklerin Tarih Giyimi Üzerine Bir Kolaj
“Çin halkının sözleri tatlı, ipekli kumaşları (da) yumuşak imiş. Tatlı sözlerle ve yumuşak ipekli kumaşlarla kandırıp uzak(larda yaşayan) halkları böylece kendilerine yaklaştırırlar imiş” (Tekin, 1988; 3).
Çin genişliği, zenginliği, gücü, yüksek ve parlak uygarlığıyla komşularının gözünü kamaştırır. Kimi Gök Türk kağanlarının Çin’e ve Çinlilere karşı derin bir hayranlık duydukları görülür. Bu kağanlar Çin’in birçok veya herşeyi ile taklit edilmesi gerektiğine inanıyorlardı, der Faruk Sümer. T’a-po kağan (572-580) o denli Çin hayranıdır da, Çin’de doğmadığına yerinir. Bu kağanlardan bir başkası Şa-po-lyo, Çin imparatoruna gönderdiği bir mektupta Çin adetlerini almak istediğini, fakat kendi ulusunun gelenek ve görenekleri çok köklü olduğu için buna cesaret edemediğini bildirir. Söz konusu Çin geleneklerinin başında saç ve kıyafet değiştirmek söz konusudur. Ki’min kağan da (ölümü 608)Şa-po-lyo’nun görüşünü paylaşıyor ve işe onun gibi kıyafet ve saç şeklinin değiştirilmesi ile başlamak istiyordu. Ki’min, ulusunun kıyafetini kaldırıp yerine Çinlilerinkini almak ve hatta “asil Çin ulusunun her şeyini taklit etmek istediğini” Çin imparatoruna ifade eder (Sümer, 1984; 4-6).
“İlliğ Kağan istisna olmak üzere, 580-680 yılları gerek Doğu Kök Türk, gerek Batı Kök Türk kağanlıklarının Çin’e kapılanma dönemidir. Bu dönem içinde töreleri değiştirmek istenilen türk oğuşları, iç yapılarındaki istikrardan dolayı sapasağlam ayakta kalabilmiş (yargı post pactum’dur), fakat siyasal kertede kurulan konfederasyon (stepokrasi) çözülmüş, il ufalanmıştır”. Bir Kırgız beyinin feryadı, Kök Türk oikoumené’inde törelere ne denli önem verildiğini gösterir: “qara budunum qatığlanıng el törüsü ıdman ayıta” (Kara budunum katlanın. El töresine uymayın. Hayda!) (Vasiliyev Korpus). Kanımca iki yüzyıllık KökTürk tarihinin büyük bir bölümünde olaylar bu tema üzerinde gelişmişti. Kendilerinin “başka” olduklarına inanan uruk, oğuş ve boylar varoluşlarını ve acunsallarını, yani benlik ve özdeşliklerini korumak üzere yadların iktisadi ve ideolojik etki ve baskı alanından kaçıp kurtulmak istemişlerdir. Bundan dolayı, başkaldırmışlar ve eğer yenilmişlerse illerini terk edip göçmeye zorlanmışlardır” (Divitçioğlu, 1987; 277-279).
Oğuz-Türkmen giyimi, olağan Türk giyiminden bir ölçüde ayrılır ve İran giyimine benzer. “Türkmenler’in giyimleri alelade Türk giyiminden bir derece farklı olup, İran giyimine benziyordu. Oğuzlara nazaran Karluklar İranlılar’ın tesirine daha fazla kapıldılar” (Bardhold, 1975; 102-103). “Türkler henüz Müslüman olmamakla birlikte İslamiyeti kabul ettiklerini söyleyebilirdi. Sarıklarının ve kaftanlarının altında eski şamanistin kırış kırış gövdesini muhafaza ediyorlardı; ama sonunda, sarık sarma ile hoca olunacaktı” (Roux, 1989; 241). –Sarık, fes, şapka, fötr, “türban”... Çıplak Türkler giysilerinin yanı sıra baş(lık)larını da habire değiştirir dururlar.
“Benzer elbiseler giyerek saçlarını aynı şekilde yaptırarak, birbirleri tarafından fark edilmek için bir hile arıyorlar”dı (Kobo, 1993; 85) denilebilir mi? Ah şu Türkler “mutlaka bir giysiye gerek duyar(lar). Tarihse, giysilerinin deposu için gereklidir. Tabii, hemen onlar, hiç biri tam uymaz üstüne –değiştirir de değiştirir”ler (Nietzsche, 1990; 149).
Eski Türklerin dahil olduğu medeniyete Uzak Doğu (Çin) medeniyeti denebilir. Türkler, İslamiyetten sonra bu medeniyeti bırakarak İslam medeniyetine girdiler. Tanzimattan beri de Batı medeniyetine girmeye çalışıyorlar (Gökalp, 1976; 23). Türkler, Çin’de yerli halklar arasında kaynaşmışlar ve bir iki kuşak sonunda kimliklerini kaybetmişlerdi. Halbuki yakın Doğu’da kendi kimliklerini koruyabilme olanağını bulmuşlardı. “Tek bir kaynağa bağlı kalmamak, Türklerin kendi kimliklerini koruyabilmelerinde en önemli etken olmuştur” (Sezer, 1979; 127-8, 131). “Belirlenmemiş varoluşum ancak zaman içinde belirlenebilir olmaktadır. Ne ki, zaman içinde, edilgin ve fenomensel ben olarak etkilenebilen, değiştirilebilen ben olarak belirlenebilirim (...) Bir varoluşum var; bu varoluş ancak zaman içinde ve edilgin bir ben’in varoluşu gibi belirlenebilir; şu halde ben, kendi öz düşünme etkinliğini, bunu etkileyen bir Başkası gibi görmek zorunda olan, edilgin bir ben olarak belirlenmişim. Bir başka özne yok ortada, asıl özne bir başkası haline geliyor” (Deleuze- Guattari, 1993; 36).
Türklerin “giyim konusundaki büyük zaafı aslında derdini anlatmak yeteneğinden yoksun bir kişiliğin kendini dışa vurma arzusundan başka bir şey değildi; giydiklerinde oldukça gösterişli olma hevesi güdüyor, konuşma yetersizliğini giyimindeki gösterişli açık sözlülükle karşılamaya çalışıyordu (...) Gösterişli elbiselere olan düşkünlüğüne rağmen azıcık olsun kırıtamıyor ve elbiseleri üzerine giydiğinde tek kaygısı kendisinin değil elbiselerin güzel gözüküp gözükmediği oluyordu. Tarihlerin pek açıkça yazmadığı bir nokta bu” (James, 1983; 20-22).
“Yeni bir elbise giyen adam az çok bencilliğinin dışına çıkmışa benzer: Kendinden uzaklaşmak, ona bir değişikliğin arasından bakmak ihtiyacı yahut “Ben artık başkasıyım!” diyebilmek saadeti...” (Tanpınar, 1987; 16). Ancak bu “mutluluğumuzda cezasını çekmemiz gereken bir günah burukluğu buluruz” (Masoch, 1974; 41) kitapta yazdığı gibi: “Türk bodun yazuk kıltacı bol gaylar” (Türk ulusu günah/suç işleyici olacak) (Von Gabain, 1988; 89). Derken derken, “Türk kültürü denilen ilginç günah yaratıl”ır” (Artaud, 1991; 45).
Giysiden söz ediyorsak mutlaka gövdeden de söz edeceğiz.
“Vücudu eşyasıdır insanın” (Soysal, 1983; 24). “Gerçi, vücudum “ben” demek değildir. Ama, ben kendim, ruhum, vücudum olmaksızın, kendimi, ruh-varlığımı belli edemem. Benim bir vücudum bir de ruhum yoktur. Ben vücutlu-ruhlu bir bütünüm. “Vücut benim mülkümdür” (Der Leib ist maine Habe –Edmond Husserl)” (Uygur, 1958; 75). “Dil (de) insanın mülklerinden biridir” (Heidegger, 1979; 3). “Dil, kültürün de temelidir. Tüm öbür simge dizgeleri, dil yanında, türemiş ve ikinci dereceden kalır” (R. Jacobson, aktaran Eco, 1992; 44). “Özne kavramının en az geliştiği Ural-altay dillerinin alanından olan felsefeciler, büyük olasılıkla “dünyaya” farklı bakacaklar ve Hind-Avrupa ailesinden ve Müslümanlardan farklı yollar bulacaklardır” (Nietzsche, 1990; 35).
Dünyaya farklı bakan bu “göçebelerle konuşulacak gibi değil. Bizim dillerimizi bilmedikleri gibi, kendilerinin de pek bir dilleri bulunmuyor, birbirleriyle tıpkı alakargalar gibi anlaşıyorlar; ikide bir karga seslerine benzer bağırışmalar işitiyoruz. Bizim yaşayış ve düzenimize akılları ermediği gibi aldırış da etmiyorlar. Bu yüzden işaretlerle de olsa bizimle anlaşmaya hiç yanaştıkları yok” (Kafka, 1983; 150). “Üzerine konuşulamayan konusunda susmalı” (Wittgenstein, 1985; 165) mı peki? Hayır hayır “yalnızca sözedemeyeceğim şeylerden söz etmekle kalmayacağım, aynı zamanda, daha ilginç olanı, aynı zamanda ben, mümkün olursa daha ilginç olanı, şey yapmak zorunda kalacağım, unutuyorum, neyse. Yine de konuşmak zorundayım. Ben hiç sessiz olamam. Hiçbir zaman” (Beckett, 1992; 6).
“Klasik usçuluk, barbarları doğru dürüst konuşamayanlarla bir tutmuştur (barbaros sözcüğünün kökeni aslında budur –kekeleyen) (Eco, 1993; 22). “Uygarlar konuşur, barbarlar susarlar ve konuşan her zaman uygardır. Veya daha kesin olarak, tanım olarak dil uygar insanın ifadesi olduğuna göre şiddet sessiz”, dilsizdir (Bataille, 1993; 207). “Enerji, göçebe birliğin nesnelleşmiş şimdiki anında doğup yitmekte. Şimdiki andan tarihin öte yanına, geleceğe geçememektedir. Şimdiki andan uzaklaşıp geleceğe uzanması için şiddete, dile gereksinim duyacaktır” (Bingül, 1997; 57).
Tuğrul beyin çağdaşı Nasıri Hüsrev Divan’ında yazar: “Oğuzlar ile Kıpçaklar Amuderya kıyılarında biten belalı otlar demektir” (aktaran Togan, 1981; 197). “Ot”un iki temel özelliği vardır: 1. Köksüzdür; 2. Yemişsizdir. Bu “ot”ların, bu köksap(rizom)ların, bu “göçebelerin ne geçmişi ne geleceği vardır, ama sadece oluşları vardır (...) Göçebelerin tarihi yoktur (...) Ne geçmişleri ne de gelecekleri olan göçerlerden tarih hiçbir şey anlamadı” (Deleuze, 1990; 51, 61).
“Varoluş bellekten yoksundur, kaybolmuşlarla ilgili tek bir anısı bile yoktur. Her yanda varoluş; bitimsiz, fazladan, her yerde ve her zaman varoluş ancak yine varoluşla sınırlanan varoluş!(...) Kökü olmayan bu varlıkların başıboşluğu”nda (Sartre, 1981; 170), “gerçekleşmiş bir şey olma imkanına sahip olmayan bir şeyin oluş içinde olması mümkün değildir”se de (Aristotales, 1985; 175) o “oluşun ardında ‘varlık’ yoktur” (Nietzsche, 1990a; 47). “Tarih varolmuş olan birşeyden söz eder” (Sartre, 224). “Ne dehşet! Ne dehşet! (Conrad, 1982; 107).
Alıntılar
Aristotales (1985) Metafizik, çev. Ahmet Arslan, Ege Ü. İzmir
Artaud, Antonin (1991) Van Gogh, çev. Ahmet Soysal, Nisan y., İst.
Barthold, V. (1975) Orta Asya TürkTarihi Hakkında Dersler, çev. K. Yaşar Kopraman- A. İsmail Aka, Kült. Bakl., Ank.
Bataille, Georges (1993) Erotizm, çev. Mukadder Yakupoğlu, Bilkamak Basım
Beckett, Samuel (1992) Adlandırılamayan, çev. Nail Bezel, Ara y., İst.
Bingül, İlyaz (1997) “Göçebeden Yerleşikliğe (Anadolulu) Türkler”, Hayalet Gemi, sayı 36
Conrad, Joseph (1982) Karanlığın Yüreği, çev. Sinan Fişek, Dost y., Ank.
Deleuze, Gilles&Parnet, Claire (1990) Diyaloglar, çev. Ali Akay, Bağlam y., İst.
Deleuze, Gilles –Guattari Felixs (1993) Felsefe Nedir, çev. Turhan Ilgaz, YKY, İst.
Divitçioğlu, Sencer (1987) Kök Türkler, Ada y., İst.
Eco, Umberto (1992) Açık Yapıt, çev. Yakup Şahan, Kabalcı y., İst.
Eco, Umberto (1993) “Yorum ve Tarih”, çev. Yuldanur Salman, Kuram Kitap 3, İst.
Gökalp, Ziya (1976) Türk Töresi, Hzl. Hikmet Dizdaroğlu, Kültür Bkl., Ank.
Heidegger, Martin (1979) “Hölderlin ve Şiirin Özü”, çev. Turan Oflazoğlu, Çeviri Dergisi, Kült. Bakl., Ank.
Kobo, Abe (1993) Kutu Adam, çev. Ahmet gürcan, Remzi K., İst.
James, Henry (1983) Washington Meydanı, çev. Fatih Özgüven, İletişim y., İst.
Masoch, Sacher (1974) Kürklü Venüs, çev. Tahsin Yaşamak, Bilgi y., Ank.
Nietzsche, Friedrich (1990) İyinin ve Kötünün Ötesinde, çev. Ahmet İnam, Ara y., İst.
Nietzsche, Friedrich (1990a) Ahlakın Soykütüğü Üstüne, çev. Ahmet İnam, Ara y., İst.
Roux, Jean-Poul (1989) Türklerin Tarihi, çev. Galip Üstün, Milliyet y., İst.
Sartre, Jean Paul (1981) Bulantı, çev. Selahattin Hilav, Can y., İst.
Sezer, Baykan (1979) Asya Tarihinde Su Boyu Ovaları ve Bozkır Uygarlıkları, İ. Ü.
Soysal, Sevgi (1983) Barış Adlı Çocuk, Bilgi y., Ank.
Sümer, Faruk (1984) Eski Türklerde Şehircilik, Türk dünyası Araştırmaları Vakfı, İst.
Tanpınar, Ahmet Hamdi (1987) Saatleri ayarlama Enstitüsü, Dergah y., 2. bs., İst.
Tekin, Talat (1988) Orhun Yazıtları, TTK, Ank.
Togan, Zeki Velidi (1981) Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun y., 3. bs.
Uygur, Mermi (1958) Edmund Husserl’de Başkasının Ben’i Problemi, İ. Ü.
Von Gabain, A. (1988) Eski Türkçenin Grameri, çev. Mehmet Akalın, TTK, Ank.; ayrıca W. Bang und A. Von Gabain, Türkische Texte II, Berlin, 1929, s. 6
Wittgenstein, Ludvig (1985) Tractatus, çev. Oruç Aruoba, BFS, İst.
İlyaz Bingül
ilyaz_bingul@yahoo.com
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder