24 Şubat 2008 Pazar

Orhan Pamuk Yanıltmaya Devam Ediyor [İnsancıl, Temmuz 2007/07]

“Türkler, daha doğrusu Osmanlılar (şehri kuşatıp fetheden Osmanlı ordusunda Hıristiyanlar da vardı) ya da kimlerse onlar, karşılarında hazır bir şehir buldu” (abç) diyen Orhan Pamuk, “Benim İstanbul’um” adlı yapamadığı bu Almanya konuşmasında doğru söylüyor mu? :
Hıristiyan Haçlılar 1204’de Hıristiyan Konstantinopolis’i işgal ettiler. Kentin ele geçirilmesinden sonra birçok yağma olayı yaşandı, mahalleleri küle çeviren yangınlar çıktı. Haçlılar, Konstantinopolis’i alıp yağmalamayı bir eğlence vesilesi sayıyorlardı (Fontana, 1995; 72). Bizans’ın, Gumilëv’in deyişiyle “anti-Roma’nın, kıvrak bir politika sergileyen Grek diplomatları Moğollar’la dost olmayı başarıp onları Anadolu Selçukluları’nın üzerine salmışlardı ve bu sayede Nikea İmparatorluğu serbest kalan kuvvetleriyle savaşı Balkanlar’a taşıyıp, 25 Temmuz 1261’de Konstantinopolis’i Latinler’in elinden kurtarmıştı (Gumilëv, 2003; 219). Yarım yüzyıldan fazla süren Latin işgalinden sonra Bizanslılar 1261’de Konstantinopolis’i geri aldıklarında, harabeye dönmüş bir başkentle karşılaştılar. Basileus VIII. Mikhael Palaiologos’un karşısında gerçekleştirilmesi olanaksız bir iş vardı: Eski zamanların parlak başkentini yeniden yaratmak. Ne var ki Konstantinopolis Latin istilasının izlerini asla silemedi. Osmanlılar’ın kenti almasına kadar yenilenme hareketi halkın çoğunluğunun sefalete varan yaşam koşullarında, dini yada kamusal yapılarında birkaç düzeltmeden öte gidemedi (Mantran, 2001; 136-180). “On beşinci asır Türkleri, İstanbul’u bir virane olarak tevarüs ettiler, derhal imar etmeğe koyuldular, bir asır sonra, o zamanki Avrupa’nın hem en büyük, hem en ihtişamlı hem de en güzel şehri haline getirdiler. Bu hükümde zerre kadar mübalağa yoktur” (Beyatlı, 1964; 10). Haçlıların kararttığı İstanbul, parlaklığına Türkler tarafından fethiyle yeniden kavuşacaktır (Kılıçbay, 1993; 61). “Fatih” adıyla anılacak delikanlı minareler ve kubbeler şehri İstanbul’u bugünkü silueti, bugünkü genişliği ve güzelliğiyle almamıştı. Osmanlılar, iliklerine kadar talan edilmiş bir Ortaçağ kasabasından dünyanın en büyük şehirlerinden birini yaratmayı başardı (Kemal Tahir, 1992; 87). Türkler’in en büyük başarısı Osmanlı İmparatorluğu’nun (Cahen, 1984; 358) kültür tarihine yaptıkları ilk ve en büyük katkılardan biri İstanbul’u yeniden yaratmak oldu.
Dünya siyasi kültür tarihine Osmanlı İmparatorluğu’nu armağan eden Türkler Osmanlılar’ın başyapıtı olacak İstanbul’da işe önce mimariden başladılar.
Bir medeniyetten öbürüne geçerken, yahut düpedüz yaşarken kaybolan şeylerin yanıbaşında zamana hükmeden gerçek saltanatlar da vardır, diyen Tanpınar’a göre “İstanbul’da ta fetih günlerinden beri başlayan bir mimari nesillerle beraber yaşıyor. Asıl Türk İstanbul’u bu mimaride aramalıdır” (Tanpınar, 1960; 205). İstanbul’un hemen hemen her yerinde, çoğu surların etrafında olmak üzere, fetih şehitlerinin mezarları vardır. Bu taş mezarlar “Türk İstanbul’un tapu senetleri” (Tanpınar, 1960; 232) olmasının yanı sıra, Koca Sinan’ın taş-yapıtlarından önce gerçekleştirilen ilk mimari baş-yapıtlardı.
*
O. Pamuk doğru söylemiyor. Neden? Ya bilmiyor, cahil, oysa o akıllıdır akıllı; ya da biliyor, ama yalan söylüyor. Bile bile yanıltıyor O. Pamuk. En hafifinden, ayıp.
Bunu hep yapıyor.
Üç hatırlatma: Bir; Immanuel Wallerstein ve Etienne Balibar ile iktidar ilişkilerinin ırkçılaşmasının, kapitalizmin özünde varolan bir vasıf olduğunu düşünen Anibal Quijano’nun göstermiş olduğu gibi, ırka dayalı sınıflandırma, kapitalizmin çok sağlam bir şekilde yeniden inşa ettiği bir şeydir (Santos, 2005; 243). İki; “faşizm, kapitalizmin ürettiği son kod”dur (Deleuze, 2005). Üç; “faşizm, kapitalizmin ‘normal’ gelişiminde ortaya çıkan basit bir sapma değil, kendi iç dinamiklerinin zorunlu bir sonucudur” (Zizek, 2005; 19). Gerek faşizm, gerekse ırkçılık kapitalizmden ve kapitalist bedenlerden ayrı düşünülemez; dahası kapitalistler faşisttirler, ırkçıdırlar. Türkiye kapitalizminin ürettiği “son kod” Radikal Gazetesi’nin yönetimine O. Pamuk bir günlüğüne el koyduğunda birinci sayfa manşetinden Nazım Hikmet’in gördüğü zülme ayna tutmuş, büyük bir pişkinlikle kendisini zulüm görenlerle, haksızlığa uğrayanlarla, Türkiye’nin ezilenleri ve hülyalı çocuklarıyla, Nazım Hikmet’le yanyana koyuvermişti, eli çabuklukla.
Nazım Hikmet, Peyami Safa’nın 9’uncu Hariciye Koğuşu üzerine yazarken, Cemil Meriç’in “Avrupa’nın imtiyazı, daha doğrusu yüz karası” (Meriç, 1975; 38) olarak gördüğü burjuvanın bir özelliğine içtenlikle değinir: “Bu kitap, bütün bir fakir çocuklar hastahanesinin romanıdır. Burjuvanın çocuğu 9’uncu Hariciye Koğuşu’nda yatmadı, o ve onun anası, babası, o beyaz duvarların kabusunu duyamaz” (aktaran Oktay, 2003; 62). Paşazade çocuğu ve Atatürk karşıtı olduğuna değinilmeyen Nazım Hikmet “o beyaz duvarların kabusunu” Bursa Hapishanesi’nde paşa paşa duyar, 14 yıl duymuştur. Burjuva çocuğu O. Pamuk, duyamaz.
Tıpkı O. Pamuk, Flaubert, Baudelaire vb. gibi hayatı boyunca çalışmamış, rantiye Sait Faik, “kibar zümreyi hiç sevmem” (Abasıyanık, 2005; 420) diyebilmişti. Ben de, “burda bir insanı sevmekle bitiyor her şey” sözü sıklıkla anılırken “sübyancı”lığı sümenaltı edilen üstad Sait Faik gibi kibar zümreyi, günümüzün burjuvasını, yanar döner Türkiye’nin taşeron burjuvasını en hafifiyle söylersem nefret derecesinde hiç sevmem. Çünkü burjuvazi ne bir konviksiyum (ortak hayat) ne de konsersiyum (kader birliği) sunamaz. Birbirlerine yakınlık duyan insanların bir araya gelmesiyle oluşan gruplar kendilerince seçilmiş amacı tarihi kaderle bütünleştirerek tarih sürecine girerler; onları gelecekte bekleyen ne olursa olsun bir kaderleri vardır. Dirençleri sıfıra inen konviksiyumlar, konsersiyumlar tarafından yutulurlar. “Her şeyi optiksiz, termodinamiksiz ve etiksiz olarak gören burjuva” (Gumilëv, 2004; 29) bir etnos olamayacağı gibi bir etnos’un asal kurucuları arasına da katılamaz, tersine müthiş bir şekilde “etnos”u yıkıcı, parçalayıcı, bölücü bir gücü vardır. Kısası, burjuvazi hem bölücü, hem de “bölücü”dür. Bu burjuva bedenler, arkasını dayadığı kapitalizmde ürüyen faşizm parazitini kendi çıkarları doğrultusunda beslerler. Utanmadan da burjuva olmayan “onlar”a “bunlar faşist, ırkçı” derler. Dahası, yeni muhafazakar Radikal Gazetesi’nin bir başka “son kod”u Murat Belge’ye uyup “faşist bir kültürümüz var” diyebilirler, ülkenin kaymağını ve balını yemeye de devam ederler.
Nazım Hikmet, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sait Faik, Yaşar Kemal, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi dağcileyin devlerin omuzlarında yükselen, Türkiye kapitalizminin ürettiği “son kod” O. Pamuk İstanbul üzerine bir kitap da yazdı. Neden? Nedenine bir başka yazıda değinmiştik (Bingül, 2004). Şimdi de, “Türkler, Osmanlılar ve dahi ben de ‘güzel ve hazır vaziyetteki’ İstanbul’da yabancıyız” diyor yaban ellerde yapacağı konuşmasında. Neden?
Edebiyat postuna bürünmüş taşeron burjuva O. Pamuk’un sözünü ettiği yabancılık, yalnızlık has edebiyatçıların, hele hele insanlığın üstün ırkına mensup şairlerin sıklıkla sözünü ettiği yalnızlıkla, yabancılık duygusuyla hiç ilgili değil. Peki öyleyse ne?
-İstanbul satılıyor, diyor Kolera Sokağı’na tıkılmış kara budundan bir karaşın ses.
-Kolaylıkla din değiştirebilen Türkler Yahudiliğe, Katolikliğe geçemezler, Evangelist olamazlarsa hiç olmadık Ortodoks Hıristiyanlığa geçsinler bari, hem Ermenilerle hem de Rumlarla yüzyıllarca olduğu gibi bir kez daha kardeş olurlar di mi ama, diyor para istifleyici ak budundan bir başka yeşil ses.
-İstanbul’u mezarlıklarından fethetmeye başladık, diyor 12 Eylül hapishanelerinde şiire düşen 1 Mayıs Mahallesi’nden bir kırmızı ses.
-10.000 dolar maaş, ister edebiyat ister araştırma yazılarına vakit sağlayacak haftanın iki günü çalışacağın bir gazete yada üniversite köşesi hazırlarız sana, yerli yabancı çeşitli ödüller yanında cabası: Türkiye aleyhine çalışır mısın? diyor global bir “açık” ses. -Evet, diyor üniversiteye, gazete köşesine, romana bulaşmış bir ses.
-“Burjuvazinin, kapitalist toplumun yazıyı eylem gücünden tamamen yoksun bıraktıkları şu anda yazma edimi yalnızca burjuvazinin baskıcı sistemini güçlendirmeye yaramıyor mu? Yazmaya son vermek gerekmez mi? (...) Burjuvazi edebiyatı yenmeyi başarmıştır. Batı’da edebiyatın ele geçirilmesi muhtemelen burjuvazinin zaferi anlamına gelmiş olacak” (Foucault, 2006; 273, 277) diyor dünyaya Fransız bakan bir başka ses.
-“Piyasa toplumu değerleri uyarınca edebiyatı fethedip, bütünüyle de sanatı, bir tahakküm ve körleştirme aracı kılan burjuvazi O. Pamuk sözcülüğünde İstanbul’u gerisin geri fethetmeyi güdüyor. İstanbul’un ele geçirilmesi, yani: Yunanistan’a, yada Rusça’dan büyük Dostoyevski’nin arzusu uyarınca Rusya’ya, yada dünyaya Fransız kalan Sartre’ın, Lacan’ın Fransa’sına, Prusya devletinin siyaset bakanı Habermas’ın Almanya’sına, yeni haritacı Bush’un ABD’sine, o da olmadı Filistin halkının geleceğini gece gündüz düşünen İsrail’e, o da olmazsa yeni demokrasinin öncüsü Ko(/e)nya’ya teslim edilmesi, burjuvazinin ve işbirlikçilerinin bu asal görevi aynı zamanda birilerinin zaferi anlamına gelecek. Buna karşı durulmalı” diyor ben ses.
Sesler duyuyorum. Daha pek çok ses –ler.
Yargıcın tokmak sesi...
Hapishane kapısı gıcırtısı sesi...
Sokaklarda silah sesi...
Müslüman-Türk İstanbul’unun semalarını yırtan çığlık çığlığa martı sesleri...

Alıntılanan Yayınlar:
Abasıyanık, Sait Faik (2005) Hikayecinin Kaderi, YKY, İst.
Beyatlı, Yahya Kemal (1964) Aziz İstanbul, Yahya Kemal Enstitüsü, İst.
Bingül, İlyaz (2004) “İstanbul’u Satmak Mı, Bir ‘Zengin Çocuğu’nun Anıları Mı?”, Adam Sanat, sayı 224
Cahen, Claude (1984) Anadolu’da Türkler, çev. Yıldız Moran, e y., İst.
Deleuze, Gilles (2005) Kapitalizm ve Şizofreni, çev. Özcan Doğan, Araf y., İst.
Fontana, Josep (1995) Avrupa’nın Yeniden Yorumlanması, Afa y., İst.
Gumilëv, Lev Nikolayeviç (2003) Muhayyel Hükümranlığın İzinde, çev. D. Ahsen Batur, Selenge y., 2. bs., İst.
Gumilëv, L. N. (2004) Son ve Yeniden Başlangıç, çev. Ahsen Batur, Selenge y., İst.
Kemal Tahir (1992) Notlar/Osmanlılık/Bizans, Bağlam y., İst.
Kılıçbay, Mehmet Ali (1993) Şehirler ve Kentler, Gece y., Ank.
Mantran, Robert (2001) İstanbul Tarihi, çev. Teoman Tunçdoğan, İletişim, İst.
Meriç, Cemil (1975) Bu Ülke, Ötüken y., 2. bs., İst.
Oktay, Ahmet (2003) Romanımıza Ne Oldu?, Dünya Kitapları, İst.
Santos, Boaventura de Sousa (2005) “Tecrübenin İflasına Karşı Tembel Aklın Eleştirisi”, Modern Küresel-Sistem, hzl. Immanuel Wallerstein, Kürşad Atalar, Pınar y., İst.
Tanpınar, Ahmet Hamdi (1960) Beş Şehir, İş Bankası-TTK, 2. Bs., Ank.
Zizek, Slavoj (2005) Gıdıklanan Özne, çev. Şamil Can, Epos y., Ank.

Hiç yorum yok: