26 Ocak 2011 Çarşamba

Türk Düğümü 2

Kitap-lık, Ocak 2011, sayı 145

‘Kitap’ Düğümü: Pazırık’ta İlk Türkçe ‘Kitap’


4-2. yüzyıllar arasında yapıldıkları düşünülen büyük mezarlarda dayanaksız eşyalar ve ölü insan bedenleri buz tabakalarıyla kaplandığı için çok iyi korunmuştu. Aynı hanedandan beş hükümdara ait mezarların birinde gövdesinde, birbiri içine geçmiş hayvan figürleri dövmeleri bulunan bir erkek bedeniyle, oldukça sağlıklı bir kadın bedenine rastlanmıştı. En büyüğü yaklaşık 48 metre çapında ve 2,20 metre yüksekliğindeki bu mezarlarda pek çok eşya ve “hazine” bulunmuştur: İskitlere özgü olduğu sanılan 4. yüzyıl Çin işçiliğinden çıkma bronz aynalar, süs olarak kullanılan tahta maskeler, büyük araba, ölüye öteki dünyada eşlik eden insan, hayvan, at iskeletleri.
Pazırık’ta bulunan en değerli ve en görkemli eşyalar tekstil eşyalarıydı: kumaşlar, bir tanesinde bir ateş tapınağının önünde adak adayan kraliçeler tasvir edilmiş el halıları ve aslan desenli kıvırcık yünlü kumaştan dokunmuş eyer altına serilen halılar.
Bunlar, dünyanın en eski halılarıydı. Bunlardan biri keçeden olup 6,50 metreye 4,50 metre ebadında, bir atlı oturur haldeki bir tanrıçanın önünde hayat ağacını tutarak bir ünvan verme törenini betimliyordu. Yünden örülmüş ikinci halı ise düğümlü dokuma olup şaşırtıcı bir kaliteye ve güzelliğe sahipti. 2 metreye 1,90 metre ölçüsünde, desimetrekareye 4000 düğüm atılmıştı .
Pazırık keçe halısı üzerindeki hayvan motifleri, başka renk keçelerden kesilerek çıkarılan hayvan motiflerinin yapıştırılması ya da yama tekniğiyle dikilmesi ve kenar çizgilerinin (dalgalı) şerit çevrilerek tutturulması tekniğiyle yapılıyordu . Bıraktığı silüet etkisi iki boyutludur; hacim etkisi uyandırmaz.. Neden iki boyutlu? Onları yapan ustaların doğadaki nesneleri taklit etme gibi bir dertleri yoktu. Gözle görülen dış dünyayı resmetmekle ilgilenmiyor, doğa düzeninden aldıklarını ya da doğa dininin öğretisini görsel simgelerle, şematik resimlerle anlatmak istiyorlardı. ‘Okunması’ amacını güttükleri için, iletisini en kısa yoldan anlatan iki boyutlu resim ve simgeler böylece ortaya çıktı. Pazırık kurganlarında keçe halılar duvara asılı olarak bulundular. Bu, onların ‘okunmak’ amacı taşığını gösterir. Bozkır göçerlerinde büyü ve ritüel amaçlı yazı, kolay taşınan dokumadan bağımsız değildi. Pazırık’ta, kumaş ve keçe üzerine çizilmiş desen ve sahnelerden oluşan ilk Türkçe ‘kitap’ dokundu/örüldü.
Göktürkler’de hükümdar, seçilince halı üzerinde havaya kaldırılırdı. Çinlilerin “Tie-le” dedikleri Türk boylarından günümüze Çince çevirisiyle kalmış bir ilahide söylenen “gök çadıra benzer, bozkırın üzerinde asılı duran” kozmografik simgeciliğinin bir tezahürünü, Kök Türk kağanlarının 6.-8. yüzyıllardaki tahta çıkma törenlerinde de görürüz. Yukarı yükseltilen şemsî evrensel hükümdar, güneşin hareketine paralel bir şekilde hükümdar çadırın etrafında dört beyin taşıdığı halının üzerinde dolaştırılır . O devirden kalma bir Çin masalı, Göktürkler’in veya Kanglı boylarının şölen sırasında çimenlere yün halılar serdiğini anlatır. Dede-Korkut Oğuznamelerinde de halılar serilir: Salur Kazan Bek düzenlediği toplantıda Oğuz Beğleri için çimenler üzerine “doksan yerde, ipek ala kalı” döşetti. Bamsı Beyrek, İstanbul’dan ısmarladığı armağanları getiren bezirganların gelişini ve oğlunun kahramanlık gösterdiği müjdesini duyunca, onları karşılamak için yere “ipek kalıçalar” yaymış idi. Oğuz-Elleri’nden Kan Turalı adlı bir yiğit Turabozan Beği’nin kızını istemeye gittiğinde onu karşılayanlar “Ak Çadır dikip ala kalı döşediler”. Hanlar Hanı Bayındır Han İç Oğuz ve Taş Oğuz Beğleri’ni yıllık toplantıya çağırıp toy verdiğinde “otaklar dikilmiş, bin yerde ipek kalıçalar döşenmiş idi” . Yüzyıllar sonra İbni Battuta Türk illerini gezerken gördüğü bir zaviye için “burası Anadolu’nun en güzel halı ve kilimleriyle döşenmiş” yazdı.
Sürü güdücülüğü ve hayvancılıkla uğraşan Türklerin göçebe bozkır yaşamlarının daha kalın ve ısıtıcı zemin arama gereksimine bağlı olarak ortaya çıkan halı ve kilim dokumalar, kadınların elinde handiyse kutsallıkla eğrildi, büküldü, çadırların içleri, duvarları donatıldı. İslam dünyasına Türkler aracılığıyla tanıtılıp ticareti de yapılan halılar Batı’da Türklerle özdeşleşti, madalyonlu ve yıldızlı Uşak halıları Flaman ve Hollanda ressamlarının tablolarında resmedildi. Türkler, bu tablolarda fiziksel olarak mevcut olmasalar da varlıkları, kendileriyle özdeşleşmiş bir nesne ile hatırlatıldı.
Türklerin Kitabı yoktu, kitapsız bir milletti onlar. İnşallah benim yazarak dokuyacağım halı Türklerin Kitabı olur.
Gevezelik boyası ile türkçe göğün zorla süslenmek istenildiğini göstermek için, ben İlyaz, hayat ağacından yanışları seçip toplayıp düğüm düğüm bu Türkîyi sana düzdüm, okurken beni hatırlayıp dua et.


Yanışlar Düğümü
EJDERHA EJDERHA
g g
ö ÇARKIFELEK ö
z z
yıldızlar yıldızlar yıldızlar yıldızlar

çengel ELİBELİNDEKIZ çengel

akrep GELİN AYAĞI GELİN AĞLATAN GELİN ÇATLATAN akrep

saç bağı karnıyarık POST karnıyarık saç bağı

ELTİ ELTİYE KÜSTÜ KARI BOŞATAN SARHOŞ YOLU SUBAY ÇİMDİĞİ

DEVE BOYNU KEÇİ AYAĞI KAZ AYAĞI KEKLİK AYAĞI KOÇ BOYNUZU KEDİ İZİ

HUN GÜLÜ CANDARMA YANIĞI NEBEN GÜLÜ

H
A
Y
A
T

A
Ğ
A
C
I


K Ş
U U
Ş K


muska SANDIK muska

ÇINAR YAPRAKLARI ÇINAR YAPRAKLARI ÇINAR YAPRAKLARI ÇINAR YAPRAKLARI
c n v r y ğ ğ y r v n c
a a a a a ı ı a a a a a



Dil-Din-Alfabe Düğümü
Türkçenin yazılı örnekleri şamanizmde Göktürk yazısı, Hıristiyan dininde Nesturi yazısı, Buda dininde Soğd, Uygur ve Pali yazısıyla, Mani dininde Mani ve Uygur yazısıyla, İslam dinine geçince de Arap yazısı ile yazılmıştır. Daha sonra da Latin alfebesine geçen Türkler bu kezinde hangi dine geçmişlerdi diye sorası geliyor insanın.
Türkler Bizans, Yahudi, Arap alfabesini de kullandı. Ama bir Türk Bizans dinini, İslam dinini yada Yahudiliği kabul ettiğinde yalnızca o dinin alfabesini kullanıyordu ve türkçeyi de, din değiştirmeyen dildaşlarının diline mümkün olduğunca az benzemesi amacıyla kötü kullanmaya başlıyordu. Latin alfabesine geçince de öyle oldu, fakat hangi dine intisab ettikleri dillendirilmedi.
Alfabe mi, kitap mı, sözlük mü, ansiklopedi mi, din mi, kılık kıyafet mi sorusuna, her nereye dağılmışlarsa Türk bodun hep bir ağızdan, “kalı”, “kalıça”, “khalıça” diyordu.
Alfabelerini, dinlerini, donlarını, hatta dillerini değiştirmeye yeltenen kağanlar kimileyin zorda kaldıklarında, kimileyinse inanarak kara budunun çok iyi bildiği bir sözü söyleyip duruyordu: “Benim halı döşeli yurtum neredeyse yurdum da orasıdır.” –Kağanlar barklarını halılarla döşediler.
Göçebe etnosla yoğrulan her komutan, iktidarının temelinin, ne kadar çekici görünürse görünsün bir şehre, bir dile, bir dine sahip olmakta değil, kendisine itaat eden birkaç bin savaşçıda olduğunu iyi bilir.
Dili en fiyakalı kullanan edipler her değiştirilen alfabeyle türkçeyi bozuyordu. Alfabeye asla ihtiyaç duymayan komutanlar, türkçe ananın en sadık koruyucusu kaldılar.
Nihayet, türkçe Orhun Taşları’ndan gayrı devlete ait bütün yazışmalarda, kayıt ve tescil işlemlerinde, fermanlarda, kanunname ve adaletnamelerde, fetvalarda, şer’îye sicillerininde, kadıda, yer yer de şiirlerde korundu. Çok çoksa, “Bunları Türk’e virelüm. Hem Müslüman olsunlar, hem türkçe öğrensinler. Sonra getirelüm, yeniçeri olsunlar” denilen kara budunda korundu. –Ordu ve devlet türkçenin evi oldu.
Nazım:
Latinler Turchia der, Rum Diyarı’nda
Türk diline kimsene bakmaz idi
Türklere hergiz gönül akmaz idi
Türk dahi bilmez idi bu dilleri
–Selam verdik, türkçe deyu almadılar.

Çobanın Ölümü Düğümü
Çobanın geleceği koyun tarafından çizilmişti. Çoban öleceğini biliyordu.
İsimsiz çoban hiç sızlanmadan, umutsuzluğa kapılmadan güneşi, ayı yanına çağırdı, yıldızların, suların, dağların, rüzgarların arasına taşıdı. Geyiklerin arasından geçip kanlı yazgısını görkemli bir masala dönüştürdü.
Düşmanlarla savaşılır, kendini koruyabilirdi, ama alınyazısına karşı koyulmazdı. Olsa olsa alnındaki yazıya yeni bir anlam yükleyebilirdi.
Maruz kaldığı yıkımı tarihsel bir hadise olarak değil yüce göğün takdiri olarak kabul edip bu felakete bir mana kazandırdı. Kendisini ölüme mahkum eden Tarihin Dehşeti önünde dikildi, dedi: Allaa huekk-ber.

-NAME Düğümü
Ümme haşa, katiyyen Kuran yazamayacağını bilirler ki ne dillerü ne güçleri Siyasetname yazmaya da yetmeyüp kılıç sallamaya takadi kalmayan bir takım bey yanaşması ulema mürekkebi akıtmaya heves etmiş ak kağıt sanırsın ki bir er meydanıdır kalem sallamaya başlayıp ravi şöyle rivayet ider ve üstad şöyle hikayet ider deyüp Battal Gazi rahmetu’llahi aleyhi kıssası tamam oldı, Abdülvehhab ve baki gaziler dünyadan naklitdiler Malatiyye halkına haber oldı matem tuttular yazup dağda bayırda bağda bostanda gezen ağızlardan kulaklara söz ırmak ırmak akar oldu: Halife ferman yazdırıp Melik Danişmend ile Sultan Turasan’ı İslam askerine komutan tayin ettü gaza içün hilatler ile Battal Gazi’nin sancağını ve Ebu’l Müslüm’ün bağrağunu bunlara gönderttü

At Kuyruğu Düğümü
“Dünya malı biriktirme uğruna halka zulmeden Allah’ın düşkün kuludur” der bir mürekkep lekesizler güruhu
“At üstünde devletler fethedilir, amma at üstünden devlet yönetilmez. Halkın kanun ister” der bir tırnak mürekkep lekeliler zümresi

Atım yemini, Roma’daki Sen Piyer Kilisesi’nin sunağında yiyecek.
İnsan postuna bürünmüş atlı Türklere dinî görev verilmeyecek.

Kuyruğu düğümlü devlet üzengisinin seyisleri buralarda dümen kırar mı sandın? Bre kâfir! Yıkıl.


Fatih Sultan Mehmed Yanışlı Heykel/Halı Düğümü
1 2 3


a- 1 Mermer, 2 Bronz, 3 Cam malzemeden, boyu Evliya Çelebi’nin anlatımına yakışırcasına yüksek, eni geniş, derinliği bu ikiliyi taşıyacak kalınlıkta bir heykel; b- hatta İstanbul Kütüphanesi ve Araştırmaları Merkezi, El Sanatları Atölyeleri, cami, imarethaneler, yoksullar, yaşlılar, konuklar için yemekhane, yatakhane, hastahane, kuşevleri, sigara da içilebilen kahvehaneler, alışveriş dükkanları vs. içeren Fatih Külliyesi adlı bir yapı kompleksi; c- açık gök mavisi zemin üzerine Türk Düğümü ile işlenmiş bir halı.


Çaldıran’da Top-Tüfenk Düğümü

Dağlar güm güm inlemeli
At kişnemesinden, kargı sesinden
Tüfek icad oldu mertlik bozuldu
Hantal top gürültüsünden


Nekâreler urdular, kos-i harbi çaldılar
Hep bir ağız hub avazla Kur’an okudılar

Gaziler tekbir getirdü ol meydanda saf bağladu
Yerin yüzü pambuk gibi atıldı iki çeri birbirine katıldu

Erenler narasından at süheylinden, cebe cevşen çakıldusından
Alemler yankılandı gürz küpültüsünden tabl u nakare avazından

İdi.

Bir zaman geldi kim Diyar-ı Rûm halkının çoğu Erdevil olup olup kâfir oldu:

Başına tâc aldı çıktı ol pelîd
İtti bî-idrâk Etrâkı mürîd

Türkler terk edip diyaârların
Sattılar yok bahaya davarların

Şincik:

Tüfekli barutlu demir nohutlu demir karpuzlu atsız eller; cebeci, lağımcı, humbaracı ve sekbanlar; Topçu Ocağı ve yüzlerce Top Arabaları ve iaşe taşıyan onbinlerce deveyle kendini yorgun düşüren Şahın üzerine yürüdüler. Askerleri yorulan Padişah geri geri kaçan düşman başına lavanta kokulu mektuplar yazıp kadın elbisesi gönderdi.
Şah, ben kervan soyguncusu değilim ki, bir gün bırakalım uyusunlar buyurdu.
Padişah, bilhassa akıncılar düşman tarafla anlaşmadan evvel cenk başlasın haykırdı.
Şafak sökerken her iki taraf da “Allah Allah” diyerek yiğitçe döğüştü –bedavet ve hadaret çarpıştı.

İsli elleri, kir pas içinde giysileri, acuze barutlukları, öküz işkembesi gibi sarkan keseleri ve arkadaşlarının ağızlarından gülerek sarf ettikleri “ispençiyarlar” ile göçebe savaşçılar eşek ölüsü ateşli silahları nasıl taşısındı? At sırtından inmeye tenezzül etmek, şerefiyle ayakta kalana nasıl yakışsındı? Ne gök gürlemesi, ne davulun tokmağı, kılıcın şıkırtısı, okun tınnnnnısı, insanın böğürmesi değil bu, top-barut gürültüsü.
Güm gümm çaat paatt
Atlar huysuzlandı, ürküp oraya buraya seğirtti. At yay kuşanmış süvarilerin altından eğerler bir bir kaydı. Top gürültüsünden, demir tüfek ucundan çıkan cin bulutu vahşi savaşçının umudunu kemik kemik kırdı. Er meydanından kaçtılar.
Bin yıldır hızlı ve çevik gözüpek atlının gururu yıkıldı. Anda köylüler, ücretli ter oğlanları bir bir yayan düşük asker oldu.
–Utanç düğümü çatıldı.

Yanışlı Sözcükler Düğümü
defterha-i mühimme ve vekâyinamelerde “râfızî”
ehl-i sünneti terk edüp
“yukarı cânibe geçüp Kızılbaş oldi ehl-i rafz” râfızîî
“rafazı!” - -düğüm çözüldü

te’vile müsait bâtınî ibâhaya sapii
“gayri sünniî”
Reconquista sonrası “Marranos”, “Moriskos”
“sazanikos”
“dönme”
“heterodoksii”
“metadoksii”
“neo-gayrimüslimii”
“travestii”
deyu gidii

Eyüp Sultan ve Süleymaniye Düğümü
Eyüp Sultan’da kara halk, ruhsuz Süleymaniye’de ise devletin ak ricali kümelenmişti. Devletin kaymakçı İstanbulperest şairleri dahil olmadan namaza ve alnı değmeden seccadeye düzmüştü mısraları: Süleymaniye’de Bayram Namazı. Bir edebiyatperest ben de kılmadım namaz Eyüp Sultan’daki halk mahşerinde. Çünki münasebetsizlik eden kadınların tecziyelerine, mahallelerde münasebetsizlik eden kadınların defedilmesine, münasebetsiz kadınlarla izdivaç edenlerin İstanbul’da oturmamalarına, İstanbul’da çamaşırcı kadınların dükkan tutmalarına mani olmalarına, Eyüp Sultan’da kadınların kaymakçı dükkanlarına girmemelerine, genç kadınların erkeklerle peremelere binmemelerine, Esir Pazarı’nda cariyeler hakkında yapılan su-i istimallerin men’ine dair daha pek çok iş bu hükümlerin altında ezildim.
O devirde kötü şöhretli kadınlar mahallelerinde oturanların verdiği toplu şikayetten sonra evlerinden hep çıkartılırdı. Bu yıldırmanın nedeni kadının tehlikeli levendleri kendi şahsi mülküne getirmeyi âdet edinmesiydi. Devlet yazısında mahir olanların yeniçeri yahud eşkıya deyu tarif ettiği bu yazuklu yitik ademler, sekenenin güvenliği için bir tehdit idi. Mahalle aralarındaki fuhuşun yasaklanmasına ve alınan önlemler etkisini en başta göstermesine karşın, şehrin çeşitli yerlerinde bir bir yeni bir iş kolu yaygınlık işlevi kazandı: Çamaşır voşing! Bu dükkanlarda çamaşır yıkayanlar umulacağı üzre kadınlar idi ve çamaşırlarını yıkatmak isteyen müşteriler de bekar odalarında ömür çürüten bekar erkekler idi. Çok geçmedi çamaşır dükkanları kapatıldı, amma velakin bu kez’inde de kaymakçı şoopingleri açıldı. Çamaşır voşing, kaymakçı şooping derken kafehauselere de dair “Eyüp Sultan civarında edilen münasebetsizliklerin men’i hakkında” hükümler çıktı. “Cami-i şerif kurbunda ve çarşuda zar ve satranç oynayanları ve çalgu çalanları men’ edip, kasaba-i mezburede vaki’ olan kahvehaneleri ref’ edip, min-ba’d kahvehane ettirmeyip” deyu Hasslar Kadısı’na yazılan hükümde kahvehanelerle oyun yerlerinin kapatılması emredildi.

1 Paris, 2 Kurtuba ve 3 Mekke Seyahati Düğümü
Kubbe İmparatorluğu Süleymaniye’den bakınca görülen:

1. Tonozların dikine yükselişlerinde sınırsızlık bunaltısı. Burada.

2. Şimdi. Sütunların ritmik sıralanışında bir dünya huzuru
Taşlarının diliyle bu: nakışlı tefekkür, tok aşk...

3. Beytullah ve insanın sığınağı sade Küp- -
Newton’un ağırlığı göğe. –Ebediyen hram.

Hiç yorum yok: