2 Kasım 2007 Cuma

Furuğ Ferruhzad (1934-1967) [Sombahar, Sayı 28, Mart-Nisan 1995]

Furuğ Ferruhzad (1934-1967) [Sombahar, Sayı 28, Mart-Nisan 1995]

“Günah” adlı şiiri Furuğ’un ilk çalışmalarında yer alır ve bu şiirle bir gürültü kopar. O güne dek İran edebiyatında onun yaptığını yapmaya hiçbir kadın şair cesaret edememiştir: O yaşamını yazar, erotik yaşantılarını yazmayı da ihmal etmez.

“Şanslı bir kadınım” diyecektir bir söyleşisinde. Ancak bu mutluluk pembe mutluluklara göre biraz bulanıkçadır. Bir kadın ve bir şair olarak kendini kanıtlayabilmesi için tüm yaşamı boyunca sürecek bir savaşa zorlanacaktır: Hemen hemen tüm umudunu, yaşam sevincini ondan çalacak bir savaşa.

Furuğ kendini kindar bir toplum karşısında bulur. Bu toplum onunla barış içinde yaşamak niyetinde değildir. Bu muhalefet karşısında onun tepkisi bir kenara çekilmek ve karşılık vermekten başka bir şey olamaz. Aşk, şehvet elbisesi giyerek yaşamak için ıssız bir sığınak, bir barınak arar; bu, şiirdir. “Şiir benim için bir penceredir” diyecektir bir konuşmasında. “Ona doğru ilerlediğimde, kendiliğinden açılıverir. Orda oturur, çevreyi izlemeye koyulurum. Orda şarkı söylerim, haykırırım, ağlarım. Ağaçların görünümleriyle bütünleşirim ve bilirim de, pencerenin öte yanında uzamın varolduğunu. Bilirim, orada beni duymayan insanların olduğunu”.

Naila Mina “Batı’nın bugünkü cinsel özgürlük anlayışı ataerkil madalyonun bir yüzüdür, çünkü cinsel eşitsizlik yasalarda ve zihinlerde tasfiye edilmediği sürece sözkonusu cinsel özgürlük ataerkil zihniyetin elinde bir oyuncağa dönüşür” der ve sözünü şöyle sürdürür: “Genç İran şairi Furuğ Ferruhzad buna dramatik bir biçimde ışık tutmuş, herhangi bir sonuca varmayı beklemeksizin toplumsal durumun kadınlara karşı tutumu değişinceye dek bütün cinsel tabuları sarsmıştır. Furuğ yükselen orta sınıfın içinde yetişmiştir ve onların gayrımeşru ilişkilerine yabancı olmamasına karşın, gelenekleri böylesine açık açık ve geri adım atmaksızın sarsmasının bedelini ağır biçimde ödemek zorunda kalacaktır.”

Furuğ, yirmili yaşlarının sonu, otuzlu yaşlarının başında açık yüreklilikle cinsel aşkı betimleyerek, toplumun tepkisini üzerine çekmiştir. Hiçbir İranlı kadın yazar, hatta erkekler bile, geleneksel eğretileme giysisine büründürmeksizin tutkuları böylesine açık, doğrudan doğruya konu edinmemiştir. Furuğ, bir fahişeleyin kaba anlatımıyla İran yazınının anlatım biçimlerinin kutsallığını ihlal etmiştir. Kocasından ayrıldıktan sonra herkesin gözü önünde bir başkasıyla dost hayatı yaşaması sonucu kutsal geleneğin gözünde bir umacı gibi görülerek suçlarını daha da ağırlaştırmıştır. Sokak kadını olarak damgalanmış ve şiirlerinin yazınsal değerini saptamak yerine, yaşam tarzını ve yapıtlarında konu edindiği ahlâka aykırı yanları dikkate alan eleştirmenlerce üstü örtülü olarak taşlanmıştır.

Furuğ on yedi yaşında eski taşlama geleneğine bağlı kalarak yazan bir yazarla evlenir. Bu evlilik üç yıl sürer. Boşandıktan sonra oğluyla görüşmesi yasaklanır. Furuğ’un bilinen davranışları, erkeklerin yanısıra birçok kadının da kocasının bu gaddarlığına göz yummasına neden olmuştur.

Furuğ sanat eğitimi gördü ve çok erken yaşlarda şiir yazmaya başladı. “Tutsak“ adlı ilk şiir kitabını yayınladığında on sekiz yaşındaydı. Parvin E’tesami’nin (1910-1941) yanısıra çağdaş İran şiirinin en önemli kadın şairi oldu. Furuğ da çağının pek çok şairi gibi, İran şiirinde yeni şiirin yaratıcısı Nima Yusiç’İ örnek aldı.

Nima Yusiç (1897-1960) yeni dönemin başlatıcısı olmuş ve eski şiirin pek çok geleneksel ögesini sarsmasıyla yeni açılımlara, yeni anlatım olanaklarına yol açmıştır. Yusiç, Tahran’da Fransız okulunda eğitim gördü ve Romantik Fransız şairlerinden, özellikle Lamartine ve A. De Musset’den ekilendi. Şiirde kökleşmiş vezinli anlatımdan kopuşta ilk adımı atan Nima Yusiç, döneminde gençler tarafından coşkuyla karşılandı. İran şiiri yeni anlatım olanakları kazandıysa, bu, Nima Yusiç’in çabalarıyla gerçekleşmiştir, der Bozorg Alavi.

Nima’ya göre “şiir, vezin ve kafiye değildir. Vezin ve kafiye sadece şairin iş aletleridir. Kullanılagelen deyim ve terimlerden redif yapmak, bilinen konulardan genel bir fihrist vermek, şiir değildir”. Tutulacak yolu şöyle dile getirir: “Edebiyatımızın tüm yönleriyle değişmesi gerekmektedir. Yeni konu bulmak yeterli olmadığı gibi, eski konuları geliştirip yenileştirmek veya dizeleri uzatıp kısaltmak da yeterli değildir. Esas olan sistemin değiştirilmesidir. Şiire, insanların bilinçli dünyasında bulunan şeylerin modelini vermemiz gerekir. Doğal (günlük) konuşmaya uygun bir üslup gerekiyor”.

Nima genç şairlere şu önerilerde bulunur: “Gördüğünüz gibi yazın. Yazdığınız şiirin sizi daha açık göstermesine olanak sağlayın. Eskilerin yaptığı gibi dışarda olanın karşısında olursanız, yapıtınız yaşamı ve doğayı tümüyle unutmuştur. O zaman eskilerin üslubuyla şiir yazmanız gerekir. Ama yeni bir şiir ve yeni sözcüklerin peşindeyseniz, bir an derinlemesine düşünün”.

Furuğ, Nima’yı kendisi için bir başlangıç sayarak şöyle der: “Şirinde ilk olarak, bir düşünce dünyası ve Hafız gibi bir insanlık olgunluğu gördüğüm şair Nima’ydı”. Furuğ, dil ve biçim açısından Nima’nın etkisi altındadır. “Şiirlerimde dil ve biçim yönünden onun öğrettiklerinden yararlandığım için kaygı duymuyorum. Düşünce dünyası ve özellikle şiirin ruhu diyebileceğim olaylara nasıl bakılması gerektiğini ondan öğrendim. Bana geniş bir bakış açısı sundu. Ben de bu geniş ufku korumayı diliyorum”. Ardından ekler: “Ben onun bakış açısına sahip olmak istiyorum. Fakat kendi penceremde oturmalıyım. Hiçbir zaman taklitçi olmadım. Nima gözümü açarak, gör dedi. Fakat görmeyi kendim öğrendim.

Furuğ, “Tutsak”, “İsyan”, “Duvar” adıyla yayınladığı üç yapıtında henüz Nima’dan yararlanmamıştır. Furuğ, 1958 yılından sonra, Nima’nın ve şiirlerinin etkisi altında yayınladığı “Tavallud-i Diğer”(Yeniden Doğuş) adlı yapıtını daha önce yazdıklarından ayrı tutmuş ve eski şiirleri için, “Onları yazmasaydım da olurdu” demiştir. Furuğ gitgide Nima’nın etkisi altında yazan şarilerin şiirine ilgi duyar, yalın ve içtenlikli anlatıma yönelir. Şiirlerinde yer yer Nima’dan, Şamlu’dan, Ru’ya’dan alıntılar yapar.

Furuğ sürekli yazdı, “mutfakta, dikiş makinesinin başında”, her yerde yazdı. Yaşamdaki yabancılaşma üzerine, yüreğin yalnızlığı üzerine yazdı, istek ve haz üzerine, “Bir Pencere” üzerine, “Bir Gül”, “Yeşil Aldanma” üzerine. Kamu tarafından çoğunlukla dışlandı. “Edebiyat yaşamından sürülmek” bir sonuçtu. Kendine bir sığınak işlevi yüklenen yazınsal açık yürekliliği yadırgandı, yargılandı. Aşk hadisesinin ahlâksal patlama olarak “Günah” adlı şiirinde yankısını bulmasıyla eleştirmenlerin şimşeğini üzerine çekti. Ancak pes etmedi Furuğ. Bakış açısını daha da genişletti. Yirmi üç yaşında toplumsal bozukluklarla çatışmaya başladı. Kendisi bu dönemi, yapıtları için “yeniden doğuş” olarak değerlendirdi.

Kendisinden on üç yaş büyük olan yazar ve film yapımcısı İbrahim Gülistan ile kurduğu aşk ilişkisi yaşamında köklü bir dönüm noktası olacaktır. Çeşitli ülkelere yolculuklar yapar (İngiltere, İtalya, Almanya, Fransa); sanatsal anlatım aracı olarak sinemayı keşfeder. Dört tane belgesel film çeker, iki filmde oynar, Pirandello’nun “Altı Kişi Yazarını Arıyor” adlı oyununu sahneler, Tebriz’deki “Cüzzamlılar Evi” adlı belgesel filmi 1964’te ödül alır, aynı yıl “Yeniden Doğuş” adlı şiir kitabını yayınlar.

Furuğ, ülkesinde gerek duygusal gerekse toplumsal açıdan baskı altındaki kadınların duygularını ilk olarak dile getirmiştir. Furuğ, sesi bastırılmış İranlı kadınların alabildiğine gür ve alabildiğine keskin sesidir. Furuğ’un şiiri gitgide tekillikten uzaklaşıp daha genele uzanan bir içerik kazanır. Önceki üç kitabında daha çok “kadınca arzuları terennüm etmişti”. “Yeniden Doğuş”ta daha az duygusaldır ve çoğunlukla kendini, çevresindeki nesneleri ve insanları duyumsar. Sözü Furuğ’a bırakalım:

“Sanatsal yapıt ortaya koymak isteyen kimse ilkin o yapıta kendini koymalı ve kendine özgü sesi yakalamalıdır. Şair olmak her şeyden önce insan olmak demektir. Günlük yaşam şiiriyle bağdaşmayan pek çok şair tanıyorum. Bunlar sonra yine bezirgan, ihtiraslı, darkafalı, alabildiğine kıskanç haylazlıklarına geri dönüveriyorlar.” Sonuç olarak Furuğ onları politik davranan üçkağıtçılara benzetir. Yaşadığı toplumdaki insan ilişkilerinin yüzeyselliği ve tinsel yoksunluk onun acı kaynağını oluşturur.

“Ülkemin dönemini tamamlamış geleneksel edebiyatı ya da Batı edebiyatı gözlerimi kamaştırmadığı için, kendimi şanslı sayıyorum der Furuğ: “Bana şiirimde neyi işlediğimi sorarsanız, yalnızca şunu diyebilirim: Yalınlık ve içtenlik. Çevremde neler olup bittiğini algılamaya çalıştım; insanları ve nesneleri, onların özü bana açık seçik görününceye kadar gözlemledim. Bunu dile getirmek isteyince yeni sözcüklere gereksinim duydum. Sözcükler, işte bu dünyanın sözcükleri. Onları keşfedip korkusuzca dile getirdim. Benim ilgilendiğim, bir sözcüğün ya da sözcüklerin edebi olması değil. Önemli olan yaşamsal ve tinsel olup olmadığıdır. Yazınsal bir sözcük bir bombanın patlamasına benzer bir ses getirmez mi; bugüne dek hiçbir şair sözcükleri patlama olarak görmedi. Gece gündüz her yerde bir şeylerin patladığını görüyorum... Eğer şiir yazıyorsam kendimi alçaklıktan kurtarmak içindir bu”.

H. Zarinkup, çağının şairleri karşısında Furuğ’un şu üç özelliğini vurgular: Tinsellik, özgünlük, yalınlık.

Furuğ’a ilişkin bu kısa ve yüzeysel değiniyi Onat Kutlar’ın şu saptamasıyla noktalayalım: “Furuğ, başta Sohrap olmak üzere 1940 sonrası modern İran şiirinin genç yaratıcılar kuşağındandı. Bu şairler, modern Türk şiirini kuran Nazım, Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet’ten farklı olarak işe bir “tabula rasa” ile başlamıyorlardı. Yani geleneğin reddiyle. İran kültüründeki “devamlılık” (continuité) geleneğine saygılıydılar. Daha doğrusu yaşam ve toplumdaki geleneksel değerlere karşı çıkarken bile, geleneksel değerlerden yararlanıyorlardı. (Sombahar, Sayı 21-22, s.24)



Yararlanılan Kaynaklar

Bozorg Alavi, Geschichte und Entwicklung der Modernen Perschishen Literatur, Akademie Verlag, Berlin, 1964.
Muhammed-i İsti’lâmî, Bugünkü İran Edebiyatı Hakkında Bir İnceleme, Çev. Mehmet Kanar, Kültür Bkn., tarihsiz.
Naila Minai, Schwestern unturm Halbmond: Muslimische Frauen zwischen Tradition und Emanzipation, dtv/Klett-Cotta, München, 1990, 2. Auflage.
Nihat Alptürk, Çağdaş İran Şiiri, 1976 (Yayınlanmamış doktora tezi).
Masood Shahpanah, Yeni İran Şiirinin Doğuşu ve Gelişmesi, İ.Ü., 1980 (Yayınlanmamış doktora tezi).
Siamak Mohadjer, Önsöz, Forugh Farrochsad, Irdische Botschaft, Edition Zypresse, 1984.

Hiç yorum yok: