2 Kasım 2007 Cuma

Türk romanının doğuşu [Radikal, 01/08/2003]

Türk romanının doğuşu [Radikal, 01/08/2003]

Roman öncesi öyküleme gelenekleri Tanzimat'tan sonra da sürdü. Bu nedenle Türk romanının kökenlerinde meddahlar da yer alır.

MEDDAH KİTABI
Hazırlayan: Ünver Oral, Kitabevi Yayınları, 2003, 198 sayfa 6 milyon 500 bin lira.

Öykü anlatmaktan çok, küçük gülünç parçacıklara nükteyle biçim vermekten hoşlanan Karagöz, espri ve düşgücüyle dinleyiciyi hem eğlendirir hem şaşırtır. Meddah da gülmece öğesine ağırlık verirken merak, coşku, acıma gibi duygular uyandırarak dinleyiciyle hikâye kişisi arasında özdeşleşme yaratır. Karagöz ve orta oyununda oyunla kaynaşma, kişilerle özdeşlik kurma ilişkisi bulamayız. (Metin And) Karagöz ve meddahın ortak paydası ise mizahtır.
Mizah ve şaşırtmanın edebiyatta, romanda önemli izdüşümleri vardır; bu tür espriler özgün yaratı adı verilen olağanüstü harekete olanak sağlar. (Barry Sanders, Kahkahanın Zaferi; s. 148) "Roman kuramsal düşünceden değil mizahi düşünceden doğmuştur" der Kundera ve ekler: "Avrupa'nın başarısızlıklarından biri, en Avrupalı sanatı, 'roman'ı bir türlü anlamamış olmasıdır; Avrupa, romanın ne özünü ne de uçsuz bucaksız bilgi ve keşiflerini ne de özerk tarihini anlayabilmiştir." (Milan Kundera, Roman Sanatı; s. 182)
Avrupa'nın buluşu olan roman 'uygarlık süreci'nin ürünüdür. 'Uygar toplum', kapitalist üretim tarzının yarattığı burjuva toplumudur.
Gelenekselin zayıf yanı; düzyazı
Osmanlı-Türk toplumunda hakim sınıf çeşitli katman ve fraksiyonlardan oluşuyordu. Kapitalizmle bütünleşme süreci, İmparatorluğun gerileme ve parçalanmasına yol açarken geleneksel bürokrasiye rakip bir burjuva sınıfı ortaya çıkarıyordu. Yeni bir ulus devleti kurup modernleştirmeye koyulansa burjuvazi değil, bürokrasiydi. Köylüler ve işçi sınıfının siyasal mücadeleyi doğrudan etkileyecek güçten yoksun oluşu sonucunda, sınıfsal çatışmalar bürokrasi ile köylüler ve yabancı sermaye arasında bağlantı kuran gayrımüslüm komprador burjuvazi arasında gerçekleşiyordu. (Çağlar Keyder, Türkiye'de Devlet ve Sınıflar, s. 9-25)
Batı'da, bir önceki oluşumu soğurarak oluşmasına karşılık, Türkiye'de ticaret, taşra ve sanayi burjuvazisiyle, komprador ve aristokratik burjuvazi gibi egemen sınıfın katmanları bir arada bulunuyordu. "Hal böyle olunca da bu katmanlar kendi içlerinde 'bir' sınıf gibi değil, birbirinden farklı sınıflar gibi davranıyor. Birbirlerinin ürettiği kültürü farklı sınıfların ürettiği kültürler gibi algılıyor ve doğal olarak da tepki gösteriyor ve reddediyor"du. (Hasan Bülent Kahraman, Bir Sürekli Cehennem; s. 197) Burjuvazinin bu sıkışmışlığı 'üst-kültür' yaratmada bir tür kabızlık olarak tezahür ederken, Türk romancısı romanının zeminini halk kültüründe hazır bulunan sözel anlatı gelenekleriyle döşeyecektir. 19. yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde bir yanda yoğunlaşan toplumsal ve ideolojik değişiklikler bir yanda geleneksel anlatıların sürekliliği, yaşanan değişimin yansıtılmasında yetersiz kalacak ve yeni türlerin ortaya çıkmasını gerektirecektir. Geleneksel anlatılar yeni oluşumları bünyesine katmakta zorlanınca, geleneksel olanın zayıf kaldığı alana yönelmek kaçınılmazlaşır. Bu da hiç kuşkusuz düzyazıdır. Bu bakış, ilk roman(cı)larımızda ve sonrakilerde karagöz ve onunla aynı mekânı paylaşıp birbirlerini besleyen meddahın izlerini daha görünür kılar.
Roman öncesi öyküleme gelenekleri Tanzimat'tan sonra da sürdü; batı eserlerini taklitle oluşmaya başlayan yeni biçim hikâyelerde de onların bazı karakterleri varlığını korudu. "Türk romanı sadece Avrupa romanını taklitle kalmamıştır. Onun eski Türk hikâyeciliğinde kökleri vardır. Modern Avrupa romanı bu hikâyecilik üzerine bir aşı vazifesi görmüştür." (Pertev Naili Boratav, Folklor ve Edebiyat 1; s. 318)
Geleneksel hikâyenin karakteri
Şemseddin Sami, Emin Nihad ve Ahmet Mithat'ın yapıtları geleneksel hikâyeciliğin karakterini taşır. Ahmet Mithat'ın, "Üslubu esnaf kahvehanelerinde dinlediğinden hiç şüphe etmediğimiz meddah hikâyelerinin devamı"dır. (Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, s. 456) O romanlarında meddahlar gibi araya girip okuyucularıyla konuşur, onların düşüncelerini, söylediklerine katılıp katılmadığını sorar, konudan konuya sıçrar, sık sık ahlaki dersler, eğitici bilgiler, kıssadan hisseler sunar; bunlar meddah hikâyeceliğinin en belirgin özellikleri.
Hayatı en feci ve karanlık yanlarıyla anlatmayı handiyse kendine görev edinen Gürpınar'ın okuyucuyu romana bağlamak, onun dikkatini çekmek ya da ağırlaşan roman karşısında okuyucuyu gevşetmek için düzenlenmiş gülünç sahneler, ara motifler sıkıştırmak türünden çıkmalar, Karagöz ve Ortaoyu'nundan devşirilmiştir. O, Meddah, Ortaoyunu ve Karagöz'deki muhavere geleneğinden, tek mekâna ve kısa zaman dilimine pek çok olayı sıkıştırma tekniklerini de uygular.
Bilinçli biçimde 'Avrupa romanı' yazdığını düşünen ilk romancılar, topluma yepyeni bir şey getirmiyor, varolagelen estetik öğeleri yeni ve çarpıcı bir bileşkeyle sunuyordu. Kullandıkları gereçler arasında yerel anlatı öğeleri de vardı. Gerçek ya da düş ürünü kahramanları anlatan öyküler, yine sözlü anlatıda kalmış romantik ve serüvene dayalı masallar, yazılı olarak sunuldu. (R. P. Finn, Türk Romanı, 10-11). Öyküleme gelenekleri Türk romanının doğuşunda önemli yer tutar; meddah ve kıssa gibi halkın tuttuğu geleneklerin birçok öğesine ilk romanlarda rastlanır. 'Hançerli Hanım', 'Letaifname' gibi sözlü anlatı ürünleri olay bolluğu ve ayrıntı gevşekliğiyle ilk romanlarla benzerlikler taşır. Genellikle bir mirasyedinin şehvetle özdeşlenen kadınlarla, batakhane ve cinayet atmosferiyle yoğrulu içki alemlerinde servetini tüketmesini işleyen bu hikâyeler 17. yüzyıl İstanbul'unun esnaf ve çevresinde geçen görece gerçekçi hikâyelerdir.
Değişimin ilk sancıları
18. yüzyılda kültürel değişimin ilk sancıları yaşanır. Halkın duygularında,
sohbetinde, düşüncelerinde günlük yaşama dönük bir gerçekçilik görülür; meddah hikâyeleri, dini menkıbeler, doğaüstü varlıklar, Şahmeran ve Zaloğlu Rüstem gibi kahramanlardan söz etmez olur. İnsanlar iyiyi kötüyü, kahramanı veya olağanüstü tipleri etraflarında arıyorlardı. Çoğu 17. yüzyıl İstanbulu'nda geçmiş olaylar, meddah hikâyelerine konu oldu. Bunlar, hayatta her gün görülen aşklar, cinayetler, entrikalar, sokaklarda rastlanan güzel kadın ve yakışıklı delikanlıların etrafında dönen, ayağı yere basan olay nakilleriydi. (İlber Ortaylı, İstanbul'dan Sayfalar; 127)
Konuları halk hikâye ve masalların-dan, menkıbe, destan, halk arasında yaşanmış olaylar ya da meddahın kendi tanıklıklarından bir karışım oluşturan (Özdemir Nutku, Meddahlık ve Meddah Hikâyeleri, s. 80-81) meddah hikâyeleri, kendi şimdideş zamanlarının dokusuna bağlı kalır; anlatı kişileri şimdinin kişilerine benzer ve şehrin gündelik yaşamı içinde devinen olaylar süssüz, gündelik konuşma diliyle anlatılır. Bu tür hikâyelerde kurmacadan uzaklaşılıp gözlemler yansıtılmaya yaklaştığı oranda olay örgüsü kenara itilir, 'hayattan bir kesit' sergileme ereği öne çıkar. Öyle ki, 19. yüzyılda, taklide ağırlık veren meddah hikâyelerinde olay örgüsünü geriye çeken hikâyeci, kentte gözlemlediği bir sahneyi canlandırmaya çalışır. (Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış; s. 24) "Modern roman biçiminin yükselişine yol açacak olan yazınsal değişim bu 'hikâye'lerden yola çıkarak belirlenmiştir." (J. P. Deleage, Yaşar Kemal'in Sözleri: Yapıtın İzini Sürerken; 59)
Ahmed Mithat ve ardılı Gürpınar'daki halkçı tavır, roman öncesi dönemin öyküleme anlayışından alınan o sıcak, doğrudan anlatımı sonraki yıllarda Osman Cemal Kaygılı ve Orhan Kemal'de de buluruz. Geleneksel anlatılar Yaşar Kemal romanlarının vazgeçilmez öğeleridir. Kemal Tahir'in romanlarında da geleneksel anlatı öğelerine bolca rastlarız: Gevezelikler, bitmez tükenmez konuşmalar, müstehcenlik, romanın yapıştırma ek parçaları, Karagöz'ün 'diyalojik' yapısı roman giysisine bürünür. Latife Tekin'de, günümüzün bir başka 'modernist' romancısı Oğuz Atay'da da geleneksel anlatı öğeleriyle karşılaşırız.

Hiç yorum yok: