Yaşar Kemal geo-roman ve hayvan
[Radikal Kitap, 27/09/2005]
Yaşar Kemal'in romanlarını okurken Çukurova coğrafyasını bir uçtan diğer uca kat etmek mümkün.
Yaşar Kemal'in tüm romanlarında doğa çok önemli bir rol oynar. Yaşar Kemal'de doğa bir dekor, bir manzara veya betimleme öğesi olmaktan çok uzaktır; bir peyzaj ressamı tutumuyla betimlenmez; tüm roman kahramanları gibi anlatıya katılır, gerek kahramanları ve onların eylemlerini, gerekse anlatıyı biçimlendirir, etkiler, dönüştürür; romanın kurucu öğelerinden biridir. Yaşar Kemal "her cümle kuruluşunda ona yeni bir gerçeklik kazandırır. Böylelikle yazarın hayal gücünün bir ürünü olarak ortaya çıkan doğa, bir roman kahramanı kimliğini, kendi özerkliğini kazanır. öyküyle birlikte gelişir ve her kahraman gibi o da belli bir yol izler" (Gürsel, 2000; 43).
Etnografik yanılsama
İnsan ve doğanın iç içeliği Yaşar Kemal romanının en belirleyici özelliğidir. İnsan, doğanın tamamlayıcı bir parçası; doğa da romanın olmazsa olmaz tamamlayıcısı olarak öne çıkar. Avrupa romanında görmediğimiz bir roman durumuyla karşı karşıyayız: İnsan doğanın içindedir; romanın içinde değil de, doğada eyler. 'İnsanal' olan ile 'doğal' olan arasında bir karşıtlık yoktur; olanca çeşitliliği içinde bitkileri, hayvanları, insanları, ovayla dağı birleştiren ırmakları ve yeryüzü şekilleriyle doğa bir bütündür. Onun romanlarını okurken Çukurova coğrafyasını da bir uçtan bir uca kat ederiz. Ancak bu okuma serüveninde önümüze serilen kokular, şifalı otlar, arılar, kartallar, yılanlar, dağlar, su kaynakları ile iç içe anlatılan kahramanların zaman içinde değişime uğrayacak psikolojik gelişimleri yerine, ağırlıklı olarak içinde bulundukları ortamlarıyla ele alınması zamandışılık etkisi yaratır, öte yandan da bu 'zaman dışı' gerçeklikleri ve yalınlıklarıyla donanmış dil, yabansıl (egzotik) bir dünya izlenimi verir. Gökalp'in vurguladığı üzre bu, 'etnografik yanılsama'dır.
İnsan, onu çevreleyen ortamla ilişkileri içinde işlendiğinden, zamandışı bir varlık görünümündedir. İnsanın üzerinde devindiği coğrafya ağır aktığı, ağır ağır değiştiği için ve doğanın sürekli olarak yenilenen döngüsel hareketleriyle çevrelenen insan bu ortamla ilişkileri içinde işlendiğinden zamandışı bir varlık görünümündedir. Yaşar Kemal adeta 'zaman' dışı bu -canlı, cansız her türden- kahramanların devinimlerini romansal bir özne 'haline - getirir'. İnsan coğrafyanın ürünüdür, Braudel'den bu yana bunu biliyoruz. Fernand Braudel'in ünlü çalışması 'Akdeniz'de manzaraya ayırdığı pay önceliklidir. Rüzgarlar ve engebeler, otlaklar ve meyve bahçeleri, göç akımları muhteşem bir şekilde kurduğu sahnenin ön cephesindedirler ve süreyi çözümlemeye giriştiğinde, Braudel'in iktisatçılarınkinden fazla coğrafyacıların etkisine borçlu olup olmadığını sorar Duby (Duby, 1991; 206)."
Romanın çeşitli tanımları yapılabilir, her tanım zaman içinde değişip yeni tanımlara yerini bırakabilir, bırakacaktır. Basılı kitap ve 'yalnızlık'ın romanla can alıcı ilişkisini de unutmadan diyebiliriz ki, yazınsal türler arasında alınyazısının içine sinmiş insanı değil, yazgısını seçen, yazgısına yürüyen yapayalnız insanı ve onun ayak direyişini anlatmanın en yetkin türüdür roman. Julien Soreller, Bovaryler, Raskolnikovlar, Anna Kareninalar kendilerini ancak romanda var kılabilirlerdi. Lukacs, eskiden de, şimdi de romanın görevinin "sorular sormak, yeni insanlar ve yeni alınyazılarıyla ortaya sorunlar koymak" (Lukacs, 2001; 212) olduğunu söyler. Yaşar Kemal, alınyazısının içine sinmiş Memed'i 'mecbur adam'la birleştirerek Çukurova'nın coğrafyası üzerine kurar romanını. Bir kent romanı olmadığı gibi, bir köy / kır romanı da değildir. Bu yanıyla ne şehri anlatan Balzac, Dickens, Dostoyevski'ye ne de köyü/ kırı anlatan Austen, Gogol, Çehov, Faulkner'a benzer. Onun romanı bir geo - romandır. "Çukurova tam bir Akdenizdir. Benim ülkemi Toroslar, yeni doğmuş bir ay gibi çevirmiştir. Önümüzde Akdenizdir. Bu Çukurova toprağı benim kendi ülkem olduğu kadar da benim romanlarım için yarattığım bir ülkedir (Yaşar Kemal, 2001; 126 - 127)."
Bir coğrafya romanı
Annales Okulu ve tarihçileri geo - tarihe ilgisiyle tanınır. Braudel'in Akdeniz'inde geo - tarih çok önemli, hatta kimilerine göre belirleyici bir rol oynar; kimi kavramları Fransız geo - tarih geleneğinden almıştır (McLennan, 1985; 112, 126). Tarihçilikte bir çığır açan "bu tarihçiler belli bir alanı uygun şekilde sınırlandırmaya; burada oturan insanların tümünü, bu ortamla olan ilişkileri, yani tarih tarafından uzun zamandan beri biçime sokulan doğayla olan ilişkileri açısından ele almayı, bu insanlara biçim vermek ve onları evrimleştirmek üzere müdahale eden çeşitli güçlerle ilişkilendirmeyi öğrenmişlerdi (Duby, 1991; 207)."
Deleuze - Guattari, "felsefe bir geo - felsefedir, tıpkı tarihin de Braudel'in bakış açısından bir geo - tarih olması gibi" (Deleuze / Guattari, 1992; 89) diyor. Deleuze'den el alarak 'roman bir geo - romandır' değil, ondan ayrılarak: Yaşar Kemal'in romanı bir geo - romandır, bir başka türlü denirse, coğrafya romanıdır, bir coğrafyanın romanı değil.
Yaşar Kemal de Akdeniz'i, dağları, ırmakları, göçleri, insan ilişkilerini... yazar, Braudel de. Fark? Fark, eğer bir cümleye sığdıracak olursak, Barthes'ın Sade ile 'Gözün Öyküsü'nün yazarı Bataille karşılaştırmasından esinle: Yaşar Kemal dilinin insanın gerçek varlığına dair çağrışımı vardır ve bir üsluptur (Barthes, 2001; 69):
Ha, bir de hayvan... Braudel'in gerek 'Akdeniz'inde gerekse 'Maddi Uygarlık'ında hayvanın esamesi okunmaz. Hayvansız bir dünyadır Braudel’inki.
Hayvan Balığından taşına, arısından dalından kopmuş yaprağına, çocuğundan sarı sıcağına, suyundan çakılına insan gibi kırılgan olan ve tüm benzersizlikleri barındıran doğanın her öğesi "bir canlıdır ve bu niteliğiyle bir kendine özgülük, bir kişilik edinir" (Gökalp, 1998; 23), romanın kurgusuna bir ritm sağlar.
"Çok arı, böcek, kurbağa, bukalemun gördüm. Bu hayvanların her biri doğayı kendine özgü bir biçimde yaşıyordu. Bu açıdan insanlar da bu hayvanlardan farklı değil: Doğada kendi yerini bulmak bir yaşam biçiminden çok, var olmanın temel koşuludur. Görünüşte aynı büyüklükte, aynı renkte her böceğin her yaprağın, her çiçeğin, her kelebeğin bir kişiliği vardı. (...) her yaratığın bir özelliği vardı. Bu buluşu yazarlık mesleğimde hep korumak istedim (aktaran Gökalp, s. 23; Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor 4. baskı sayfa 117, "çeviri" farkı var)."
İnsan - hayvan ilişkisi
Yaşar Kemal'in insana, hayvana, bitkiye, her türlü canlıya ve hatta giderek cansıza da gösterdiği bu özen, güç uygulamaktan uzak bu ayrısız gayrısız tutum tüm romanlarının ırasıdır. 'Karıncanın Su İçtiği' adlı romanında şu diyalog: "Bu adada üçünüzden başka kimse var mı?" "Var" dedi Poyraz, öbür kanepenin üstünde bir yeşil böcekle oynayan kediyi gösterdi (Yaşar Kemal, 2002; 23)
Ne cımbızla aranıp bulunmuş, ne de romana ayrıksı bir özellik olarak iliştirilmemiş bu ve benzeri insan - hayvan bir adalağı, ilk romanından son romanına kadar yazdığı binlerce roman sayfasında olanca sıradanlıkları, olağanlığı içinde bulunur.
Burada durup Adorno'ya uzanalım. 'İnsan ve Hayvan' adlı fragmanında şöyle yazar Adorno: "Çocuğun başını ve hayvanın sırtını kayıtsızca okşamanın anlamı şudur: Bu el yok edebilir. (...) Okşamalar, sevgi gösterileri iktidar karşısında herkesin aynı olduğunu, kendine özgü bir varlığın bulunmadığını açıklar (Adorno, 1996; 171)." Adorno'nun insan ve hayvan arasındaki ilişkisi üzerine bu son derece çarpıcı, sarsıcı saptaması Yaşar Kemal'in romanlarında bolca karşılaştığımız insan - hayvan ilişkisiyle çakışmaz, dahası bir karşıtlık içindedir.
Geçmiş yüzyıllardan geleceğe
Derrida, Adorno'nun gelecek okumalarında en fazla öneme sahip olacak bölümün Hayvan olacağı kanısındadır; "beni hep şaşırtan tarzda, sanki sadece bir tane varmış gibi, tekil ve genel olarak adlandırılan Hayvan". Derrida'nın aktarımıyla Adorno, idealist ve hümanist geleneğin insanın doğa karşısındaki egemenliği ve efendiliği gerçekte 'hayvanlara yöneliktir', diye belirtir. Kant'a, insanın 'saygınlığı' ve 'özerkliği' kavramlarında insan ile hayvan dünyası arasında hiçbir acımaya yer bırakmadığı için serzenişte bulunur Adorno. Kantçı insan için, insan ile hayvan dünyası arasında bir benzerliğin veya yakınlığın anısından daha iğrenç bir şey olmadığını söyler Adorno. Kantçının nefreti insandaki hayvanlıktır, hatta bu onun için 'tabu'dur. Adorno bir hamle yapar: İdealist bir sistemde hayvanlar kuvve olarak, Yahudilerin faşist bir sistemde oynadığı rolün aynısını oynayacaktır. Hayvanlar, böylece kuvve halinde faşistten başka bir şey olmayan idealistlerin Yahudileri olacaktır. Faşizm bir hayvana, veyahut insandaki hayvana küfür edildiğinde başlar (Derrida, 2002; s. 27).
Tekrar başa dönerek: 'Çocuğun başını ve hayvanın sırtını okşayan', 'yok eden el' Kant'(çın)ın elidir, Yaşar Kemal’in ‘el’i değil!
Geçmiş yüzyılların coğrafyasından gelecek yüzyılların coğrafyasına yazan bir dünya romancısı için küçük bir 'kitap tanıtım' sayfası yetmez, ciltler gerekir.
Alıntılanan Yayınlar
Adorno, Teodor W. - Horkheimer, Max (1996) Aydınlanmanın Diyalektiği II, çev. Oğuz Özügül, Kabalcı Yayınları, İst. Barthes, Roland (2001) "Göz Metaforu", Georges Bataille "Gözün Hikâyesi" içinde, çev. N. Berna Serveryan - Ayşegül Gürsoy, Çiviyazıları Yayınları, İst Deleuze, Gilles / Guttari, Felix (1992) Felsefe Nedir, çev. Turhan Ilgaz, YKY, İst. Derrida, Jacques (2002) "Yabancının Dili", Le Monde Diplomatique, Ocak 2002, çev. Melih Başaran
Duby, Georges (1991) Erkek Ortaçağ, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Ayrıntı Yayınları, İst.
Gökalp, Altan (1998) "Yaşar Kemal'i Okumak", Yaşar Kemal'i Okumak içinde, çev. Nedret Tanyolaç Öztokat - Erdim öztokat, Adam Yayınları, İst.
Gürsel, Nedim (2000) Yaşar Kemal: Bir Geçiş Romancısı, Everest Yayınları, İst.
Lukacs, George (2001) "Dostoyevski", Dostoyevski içinde, hzl. Orhan Düz, Kaknüs Yayınlarıy, İst.
Mc Lennan, G. (1985) "Braudel ve Annales Paradigması", Tarih ve Tarihçi içinde, çev. Ali Boratav, Alan Yayınları, İst.
Yaşar Kemal, Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, Adam Yayınları, 4. bs., İst.
Yaşar Kemal (2002), Karıncanın Su içtiği, Adam Yayınları, İst.
2 Kasım 2007 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder