2 Kasım 2007 Cuma

Gazeteciler ve Roman(cılar)a Dair [İnsancıl, Sayı 4, Nisan 2007]

Gazeteciler ve Roman(cılar)a Dair [İnsancıl, Sayı 4, Nisan 2007]

Gerek Avrupa “roman”ının, gerekse Türk ‘romanı’nın önündeki birinci tehlike edebiyatı, dahası sinema ve müzik başta olmak üzere tüm sanatı, hükmedenlerin tahakküm ve körleştirme aracı kılan burjuvazi ise ikinci tehlike, gazeteci-yazarlar bölüğüdür.

Karl Kraus’un basın özgürlüğüne karşı kullandığı aşağılayıcı ifadelerinden dem vuran üstad Adorno şöyle diyor: “Basın (düşünce, İB) özgürlüğü şemsiyesi altında serpilen aptallaştırma ve yalan, tinin tarihsel ilerleyişinde rastlansal olgular değildir; tersine köleliğin damgasıdır bunlar, çünkü tinin (düşüncenin, İB) özgürleşmesi –sahte bir özgürleşim- bu köleliğin çerçevesi içinde gerçekleşmektedir” (Adorno, 2004; 162).

“Örgütlü sorumsuzluğu” elverişli kılarak yurttaşları etkisizleştiren, toplumsal tartışmayı tekellerine alan, aynı zamanda hileli sınıflandırmalar yapmayı amaçlayan soruşturmalar veya yıldönümleri düzenleyen, “düşünceden yoksun yeni düşünce ustaları gazeteciler” (Bourdieu, 1999; 513-514) romanın, edebiyatın, düşüncenin, dahası ‘düşünce özgürlüğü’nün en tehlikeli düşmanları olarak sivrilmektedir. Bourdieu’nün belirttiği üzre, medya entelektüelleri yada “heteronom entelektüeller” adını verdiği çevreye karşı mücadele edilmeden, toplumsal alanda mücadele etmenin de olanağı yoktur. Zygmunt Bauman’ın belirttiği üzre “beyin yıkamakta ve ciddi düşüncenin yerine ucuz eğlenceyi geçirmekte uzmanlaşan “medya”, aldatma ve ayartma konusunda uzmanlaşan “tüketici piyasası”nın başlıca hainleri olarak rol al”maktadır (Bauman, 2005; 20).

Küçük burjuvazi güçlü biçimde yükseliyor, iktidarı ele geçiriyor, medyaya egemen oluyor, uyarısında bulunan Roland Barthes’a göre radyonun, televizyonun, büyük basının estetik açıdan bir incelemesini yapmak, hangi örtük değerlerin yükseldiğini ve hangilerinin reddedildiğini göstermek gerekir. Kendimizi savunmamız gerekir, bir ölüm kalım meselesidir bu (Barthes, 2006; 36). Derrida da, günümüz aydınlarının çok acil bir sorumluluğu var, çağrısında bulunur: “Doxa’ya, artık “medyatik entellektüeller” diye adlandırabileceklerimize ve politik ekonomik lobilerin kontrolü altında olan medyatik güçler tarafından önceden şekillendirilen genel söyleme karşı tavizsiz bir savaş açılması gerekiyor.” Derrida’ya göre, “bu lobiler, aynı zamanda yayımcı ve akademik de olabilirler ve elbette ki, hep Avrupalı ve globaldirler” (Derrida, 2006; 177).

Bourdieu’ye göre: “Medyayla suç ortaklığı etmiş patronlara, din adamlarına yada gazetecilere (biz ekleyelim, edebiyatçılara, şu sıralar çekirge sürüsü kabilinden türeyen romancılara, sinemacılara... İB) güvenilemez- kendi erklerinin gizli temellerini açığa vuran çalışmalarının bilimselliğini övmek için bile olsa” (aktaran Köse, 2004; 77). “Gazeteciler ve medya mensupları asla düşünceyi destekleyen bir ivedilik içinde ve özellikle de acımasız bir rekabet ortamındaki iç ve dış güçlerin sansür girişimlerini ya da baskılarını tüm ağırlığıyla kendi üzerlerinde hissederek, en önemli konular hakkında bile sıklıkla ihtiyatsızlık ve aceleci çözümler önermekle yetinmektedirler. Gerçekten de, onların tıpkı politik evrende olduğu kadar, entelektüel evrende de ürettikleri düşünceler bu bakımdan hayli tehlikeli şeylerdir” (agy., 63). “Yazınsal, sanatsal ve kültürel eleştiri de editörlerin (basımcıların) en fırsatçı hizmetkarlarına emanet edilmiş durumdadır” (119). Fast-thinker’ler (hızlı düşünürler) olarak adlandırılan bu entellektüeller, TV tartışma programlarında üstlendikleri rollerden ötürü suçludurlar. Dahası, kültürel sermayenin (ve dolayısıyla sanatçı ve edebiyatçıların) özerkliği de medya ekonomisinin ve farklı ekonomik güç merkezlerinin egemenliği altında gerilemiştir (121).

Edebi krizde gazetecilerin de sorumluluk payı olduğuna değinen Deleuze, kitap da yazmaya yeltenen gazeteciler kitap yazdıklarında, gazetedekinden başka bir biçime girerler, yazar olurlardı. Günümüzde durum değişti, diyor Deleuze, çünkü gazeteci, kitap onun doğal hakkı olduğu, bu biçime erişmek için özel bir çalışma yapması gerekmediği kanısına vardı. Gazeteciler doğrudan doğruya ve birlik olarak edebiyatı ele geçirdiler. Bugün, herkes kendini bir kitaba gebeymiş görüyor, yeter ki, bir mesleği yada sadece bir ailesi, hasta bir akrabası, kötü bir şefi, olsun. Herkesin bir kendi romanı var. Edebiyatın herkes için, ancak ve bizzat edebiyatın içinde varolabilecek özel bir araştırma ve özel bir çaba, özgül bir yaratma niyeti gerektirdiği unutuluyor. Bu, piyasanın bir promosyonu görünümümü kazanmış kitabın talileştirilmesi ve edebiyatın ölümüdür (Deleuze, 2006; 146-147).

Bourdieu, Deleuze, Barthes, Derrida’dan çok önce edebiyat ile gazete(ci)ler arasındaki tehlikeli ilişkiye değinen Ahmet Haşim 1928’de “İkdam’ın sanat ve edebiyat sütunlarına bakmak vazifesini üzerime almış olmaktan utanıyorum” der. “Başlangıç” yazısında, bu utancın nedeni edebiyatı yüz kızartıcı bir “meşgale telakki ettiği”nden değil, “gazetecilik, ticaret mahiyetini aldıktan sonra, kendisine “müşteri” ismi verilmesi daha doğru olan okuyucunun hoşuna gitmek gayretiyle gazeteler yavaş yavaş sütunlarından “fikir”in bütün şekillerini silip attı”ğı için (Haşim, 1989; 3).

Frankfurt Okulu’ndan el alarak özetleyin söyleyecek olursak, burjuvazinin ve kültür/eğlence endüstrisinin elinde, piyasa toplumunun kucağına oturmuş, gazeteci-yazarların eline düşmüş, Cioran’ın çok haklı olarak “edebiyatın kaldırım orospusu” dediği roman (sinema-cı, müzik-çi, resim-ci, kısası sanat-çılar da) hükmedenlerin bir körleştirme, bir tahakküm aracına dönüşmektedir.

Özetleyin, romanı yukarıda karakterini çizdiğimiz gazetecilerin eline bırakmamalı. Ama bunun, romanın dipten gelen sorunlarını çözeceğini de sanmamalı.

Romanın Sorunları

Kültür, kültürel oluşumlar ve entellektüeller, filozoflar, romancılar vs. tıpkı dinadamları, vergi toplayıcıları yada toprak işgalcileri gibi devlet’in mutlak iktidarıyla kurulan ilişkilerin oluşturduğu bir ağ sayesinde varolurlar. Belli bir yerde ve zamanda gerçekleştirilen edebi yada entelektüel etkinliklerin devlet ve egemen güçler tarafından sınırlanan bir alan çerçevesinde meşruiyet kazandığını unutmamalıyız. Gramsci, kültürün ulusal devlete hizmet ettiğini kavramıştı ve ona göre entellektüeller de “meşrulaştırma uzmanları” rölünü oynarlar. Gramsci’nin “çok önemli” bulduğu düşüncelerinin üzerinde durulmadığına içerleyen Edward Said, Gramsci’den esinle, kültürel bir fail olarak “edebiyat”ın iktidarla girdiği fiili suç ortaklıklarına karşı gittikçe artan bir körleşmeye dikkat çeker: Kültür, “iyi” şeyleri, biçimleri, pratikleri yada fikirleri tanımlama, seçme ve onaylama aracıdır; bunu yaparken de birtakım şeyleri aktarır, yayar, böler, öğretir, üretir, ikna eder. Roman savunucularının romanın temsil özgürlüğünü vurgulamaları, kültürün sunduğu ifade fırsatlarının sonsuz olduğu türünden düşünceleri, yazarları Devlet’e ve dünya çapındaki “metropol” emperyalizmine bağlayan ağı maskelemekte, mistifiye etmektedir. –Kültür/Roman; devlet’in, finansın, egemen sınıfların işlediği suçlara ne ölçüde katılmıştır?

Roman ve onunla birlikte modern Batı kültüründeki egemen akımların, sadece seçmeci ve olumlayıcı değil, aynı zamanda merkezileştirici olduğuna değinen Edward Said, kültürün kırınıma uğramış bir sözel girişim olduğunu ve bu girişimin devletle, palazlanan egemen güçlerle ilişkisinin hiçbir zaman yeterince vurgulanmadığından sözeder. Konumuzla ilgili olarak, gerçekçi romanın bu girişimde çok önemli bir rol oynadığını, çünkü gerçekliği ve bilgiyi sistematik sözel cisimleşmeye tabi kılacak bir biçimde düzenleyen şeyin roman (novel) olduğunu söyler. “Romanın bir dünyayı gerçekçi bir biçimde ete kemiğe büründürmesi, birçok olasılık arasından seçilen temsil edici yada temsili normlar sunmayı sağlayacaktır. Böylece roman belli bazı şeyleri, değerleri ve fikirleri (ama diğerlerini değil) içermeye, belirtmeye, onaylamaya, normalleştirmeye ve doğallaştırmaya hizmet eder” (Said, 2000; 187).

“Bir düşünme biçimi”, “en ideolojik yazınsal tür”, “burjuvazinin kendini ifşa aracı”, “edebiyatın kaldırım orospusu” (Cioran) vs. diyebileceğimiz romanı öbür anlatı türlerinden ayıran temel özellikler bir bir sayıp dökülebilir; Lukacs, romanın, özsel olmayan tüm biçimsel özellikleri açısından kendisinden neredeyse ayırt edilemeyecek karikatürümsü bir ikizi olduğuna dikkat çeker. Yarı-sanat dediği bu roman, romanın tüm dışsal özelliklerini içeren ama özünde hiçbir şeye bağımlı olmayan ve hiçbir şeye dayanmayan, büsbütün anlamsız olan eğlencelik roman. Bu “yarı-sanat” roman, incelik ve hesaplılık yasalarına yaslanır. “Hesaplılık ve zevk, kendi başlarına, sadece hayatın alanına ait ve özsel bir etik dünyayla hiç ilgisi olmayan ikincil kategorilerdir” (Lukacs, 80; 2003).

Konfeksiyon işi “romanın bir sanat eseri olmaktan çıkıp da bir ustalık işi, makineleşmiş bir hüner haline geldiği bu devirde” (Tanpınar, 1977; 54) okuma sözleşmesi yada tür kuralları uyarınca piyasa koşullarında birer meta olarak üretilen roman (sinema, resim, müzik vs. de olabilir bu) “yeni”, “farklı” olmalı, ama aynı zamanda yeniden üretilebilmelidir.

Yeni muhafazakar yada -“faşizm, kapitalizmin ürettiği son koddur” (Deleuze, 2005) saptamasından kalkarak- Türkiye kapitalizminin ürettiği “son kod” Radikal Gazetesi’nin sözünü ettiği “roman patlaması”nın, “gazeteci-yazar”ların altını eşelemeli, dahası oymalıyız.



Alıntılanan Yayınlar:

Adorno, Theodor W. (2004) Edebiyat Yazıları, çev. Sabir Yücesoy- Orhan Koçak, Metis y., İst.
Barthes, Roland (2006) Romanın Hazırlanışı 1, çev. Mehmet Rifat- Sema Rifat, sel y., İst.
Bauman, Zygmunt (2005) Bireyselleşmiş Toplum, çev. Yavuz Alogan, Ayrıntı y., İst.
Bourdieu, Pierre (1999) Sanatın Kuralları, .ev. Necmettin Kamil Sevil, YKY, İst.
Deleuze, Gilles (2005) Kapitalizm ve Şizofreni, çev. Özcan Doğan, Araf y., İst.
Deleuze, Gilles (2006) Müzakereler, çev. İnci Uysal, Norgunk, İst.
Derrida, Jacques (2006) “Kendime Karşı Savaştayım”, çev. Saadet Özen, Cogito, Derrida Sayısı 47-48, YKY, İst.
Haşim, Ahmet (1989) Üç Eser (Bize Göre), hzl. Mehmet Kaplan, MEB, İst.
Lukacs, Georg (2003) Roman Kuramı, çev. Cem Soydemir, Metis y., İst.
Said, Edward (2000) Kış Ruhu, çev. Tuncay Birkan, Metis y., İst.
Tanpınar, Ahmet Hamdi (1977) Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergah y., 2. bs., İst.

Hiç yorum yok: