Otların Çürüdüğü Bir Sonsuz Güz [Sombahar, Sayı 10, Mart-Nisan 1992]
Türk bodun yazuk kıltaçı bolgaylar
Ölümlü atalarımın ölümsüz çığlığıdır uran.
Üç gökçe denizde köpüren bir yabanılın hıçkırığıdır, içimde
kabaran kıraç toprağa tohum düşen uran!
Eyy ölü atalarım, bana bir ot bıraktınız, bir de yazınçınızın ezincini
gizleyen çılgın, çığlık çığlığa haykıran uran.
Şatoları ben yıktım! Çadırları ben diktim yırtılmış yüreğimde.
Sen, ki oğlunu yurtsuz doğurdun; sen ki beni saldın bozkırın cehennemine.
Köşk yasak bana; bağ bahçe yasak. Cennet, uzak bana.
Kırmızı tapınç odalarını karanlığa gizledim, gömdüm yaşımı. Halâ kent-
ler göçebe bana!
Dilimi yitiriyorum... Kentler kınlık bana.
Ölüm, sizin ulu ülkeniz, kapılarını kapadınız bana.
Bitmeyecek geçmişim. Kentler hâlâ, hâlâ göçebe bana.
Benim ülkemde çiçekler, çok durmaz tomurcuğa;
dazlaktır benim toprağım.
Aç, susuz, göçer atlar tepinir üzerinde,
otlar çürür, buz soğuğunda boyunları kırılır kırağıyla.
Yüreğimin yarısıyla doludizgin... kentler daha kurulmadan yıkılır
ellerimde, bir güz daha bir güze eklenir.
Elimde kalan kırılgan ot sapları. Diken diken yüreğimi kanatır. Bir güz
bir güzü doğurur.
Şafakta kırağı ve atlar atları kırıyor.
Dört nala ezilmiş otlar semada, savruluyor.
Yarım kalmış kentlerin alanlarında tutsak bir at
yontusunda çırpınan uraaan
Muhammed’in uygarlaştırıcı kılıcıyla çatlatır taşı, -kan!-
yırtılır bez kentler, atlar yıkılır.
-Yüreğim incinmiş! Sorarım size, bu kan kimin?
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder