2 Kasım 2007 Cuma

Zaman-Tarih [Edebiyat Dostları, Sayı 31, Kasım 1989]

Zaman-Tarih
[Edebiyat Dostları, Sayı 31, Kasım 1989]



Bugün sözcüğünü kullanma hakkının aslında yalnızca kendini öldürmek isteyenlere ait olması gerekir; onların dışındakiler için bu sözcük kesinlikle hiçbir anlam taşımaz; onların dışında kalanlar için ‘bugün’ öyle herhangi bir günü, yani bugünü gösteren bir sözcükten başka bir şey değildir.

Ingeborg Bachman

Artık zaman, zamanlardan bir gün, bugündür.

Zaman üç kesit arasındaki sınırların çözünmüş, bedenin/nesnenin olduğu yerde sonsuzluğa kucaklamış sürekliliktir. Bedenin içine gizil olarak emdiği baskı ve görgül (amperia) nesne dünyası zamanın içinde yer kaplayan bedenimi zamanın herhangi bir belirteci bugüne hapis ediyor. Bölümlenmiş bireysel tarihimin bir bölümünde gidip gelen sabit vakit belirteci uzamımın dışında da süren zamanla özdeşleşiyor. Özdeşlikle birlikte kendi özerkliğini yitiren zaman belirteci bugün yaşanagelende, yaşanmış olanda yok oluyor. Tüm eylemler böylece uzam-zamanda değil uzam-vakitte kendini gerçekleştiriyor; o da bir gündür, tek bir gün. Bu büyülü dilim/belirteç zamansal kesitlendirmenin bir alanında gidip gelir, gidip gelir.

Canlı beden için belirsizden bu yana doğru getirtilen anı-vakitler şimdide, bugünde son bulur. Şimdi/bugün vakitinin bittiği yer yoktur. Yaşanan vakitin bugünle bir tutulması gelecekteki yaşanmamış ‘bugün’ü vakit dışı sayar. Vakit zamana, zaman bugüne özdeş görülmüştür.

Uzam bir y a t a k iriliğindeki mekân parçacıkları toplamına dönüşmüştür. Zaman yaşanan bugünlerin ardışıklığının diğer adı olup çıkmıştır.

Bugünlerim mi ötelerden şimdiye geliyor yoksa şimdide yaşananlar mı bugüne yol alıyor? Birincisi beni bir sona götürürken ikincisi sonsuzluğa fırlatıyor, rahimden daha ötelere gidip kayboluyorum. Bu beni huzursuz da etmiyor. Böylece bugüne bir son vermiş oluyorum. Yaşanmayacak vakite dönüşüyor; ancak böyle kurtulabiliyorum korkumdan, geleceğin taşıdığı, üzerime saldığı kaygılardan.

Bugünün sonu: Şimdi. Şimdinin başlangıcı: Bugün.

Dönüp baktığımda, o g ü n yaşadığım başlangıç noktası kabul edilebilir gibi geliyor. Sonraları anlıyorum ki o günün diğerlerinden özce bir ayrılığı yok. ‘Gerçekte tüm günler bugünmüş.’ Ancak şimdi anlıyorum günlerimin bugünle donatılmışlığını. Geçmişimi şimdiye doğru ilerletmemle bugün-şimdiye gelebiliyorum, bu sonraya gidebilmeme olanak sağlıyor.

Yalnızca belleğimde çizgilenebilen parçacıklar tek başlarına, boşlukta, hiçbir güce sahiplenemiyorlar. Belleğimde edindikleri yer bir gerçekliği mi imliyor? Sorunun yanıtsızlığı ve belirli bir vakitte yaşanan başarısızlık tutsaklığa dönüştü, karamsar bir yan körükledi. Olayı, içine oturduğu bir dönemi yadsımak, gözlem noktamı değiştirip yargımı etkilemek, unutmak, bir kenara bırakmaktansa sığınağımdan çıkıp yaşanmışlıkları kendi vakitsellikleri içinde sınırlarını netleştirmek, netlenenleri ‘ulu’ zamanın çevresinde sıralamaya özen göstererek yeniden kurgulamak zaman içinde yer kaplayan tarihî bugünümden beni koparamıyor. Bugün her şeye egemen; o, ne geri çevrilebilir ne de ileri. Zamanın dönüşümleriyle kendi düzenli akışını sürdürür. Gerçekte, birbirinden bağımsız, zamanın birleştiriciliğinde, tutuculuğunda bir bütün oluşturan bugün’ler zamanın kendisi değil, vakit parçacıklarıdır. Bu parçacıklarda kendini nesneleştirebilen tarihim nesneleştirdikleriyle özdeşleşiyor. Bu nesne(l)leştirilmiş tarihin/”zaman”ın dışında kalan tüm eylemler, istekler, sanılsamalar tarih-dışı olmaya yargılanıyor. Tek başına yatak-mekân eylemin tarihî olmasına yetmiyor. Vakit tarih-içi ve duyu dünyasının içinde varolabiliyor ancak. Yanlış tarihlenmiş zaman parçacıkları belirsiz, netliğini yitirmiş vakit parçacıklarına dayandırılmış olsalar da zamanda yeşermiş gerçeğin önemsiz ve gelişigüzel bir anlamı olduğunu gerektirmez. (Tarihi öneme sahip el yazmasındaki bu cümleye tarafımızdan hiçbir anlam atfedilememiş olsa da daktilo etmemezlik edemedik-daktilo edenin notu.)

Geçmiş ve gelecek ancak şimdide vardır. Gerçek’in, yatak-mekânın şimdide sür-gitmesi kutsanan zamanın yaşam-edim parçacığına kendini emdirmesi gibi olay-tarihin tekilliğini tüm zamana yedirmesi, zamana, doğrucası tek boyutlu zamana yuvalanan olaya, esir olmak değil mi? Senin için zamanın gerekliliği, tarihî kurgudan yoksun, tamamiyle yaşanmış pratikler alanına dönüşür. Zaman ve tarih ilişkisi isteklerimiz doğrultusunda ilerler, gelişir. Oysa yaşanılan tarihin zaman içindeki belirlenimi her şeyi yutan çok yüzlü krala benzer. Eylemlerin, yaşadıkların, pratiğin zamana katılmaksızın zamanı dış dünyaya ulamaktan başka nedir ki?zaman değerini yitirir; yaşanmışlıklar zamanın değil zamanda yer kaplayan tarihin öğeleridir. Zaman pratik gerçekliğini yitirir. O ancak düşüncede kurgulanabilir ve tarihte kendini gösterebilir. Tarih, insanı aşan, evreni kucaklayan zamanda sonsuz sayıda olayı kapsayan insanal bir edimdir. Tarih, insanal edimle doğan, sonsuz zamanda sürüp giden vakitin içinde yer kaplayan sonlu vakitler topluluğudur. Zamanı kucaklayan anlar tarihin vakitlerini içinde barındırır, dolayısıyla zaman tüm tarihler için ortakken, tarih diğer oluşumlar için farklı vakitler içerir.

Ardışık olmayan kesit: Geçmiş
Geçmişle ardışık olarak adlandırılan: Şimdi
Geçmiş ve şimdi doğrultusunun belirli bir hedefi gösteren doğrultuda yeniden düzenlenmesi: Gelecek

Şimdi içinde hep bugünü taşır ve şimdinin diğer kesitlerle olan biricik bağıdır bu. Hep bugünü yaşarız; bugünün kaygısıdır duyumsanan, bugünün sevincidir aktarılan. Kaygı ve sevinç karmasının en şık giysisiyle zaman bugüne bölünmüştür. Tarihte yer kaplayan bugün ile zamanın birbiriyle özdeşliği görüntüsü gerçeğin yerini doldurur. ‘Gerçek’ zamanın bilisinden uzaktır, takvim yapraklarıyla eşlenmiştir; tarih bu yapraklarda filizlenir; zamandan koparılan takvim yaprakları tarih ve gerçeğin buluştuğu yer olur; ve ben bu filizlerin kölesi olurum. Tarih benden uzakta şekillenir(di). Tarih koşar biz koşardık ardı sıra. Anne, baba, biz bekleriz üzerimize akacak zamanı. Bekleriz.

Hiç yorum yok: